Politikacılarımız uzun yıllar aktif genç nüfus yapımızın ülkenin en önemli zenginlik kaynağı olduğunu gururla dile getirdiler. Yüksek doğum oranları bu zenginliğin ardında yatan yegâne etken idi.
Ancak 1980’lerin başında 4 olan toplam doğurganlık hızının, günümüzde yenilenme düzeyi olan 2 seviyelerine kadar düşmesiyle “nüfusun yaşlanma tehlikesi” söylemi tedavüle girdi. Avrupa ülkelerinin karşı karşıya kaldıkları yaşlanma kaynaklı ekonomik durgunluklar, hükümeti nüfus ve doğurganlık üzerine politika üretmeye itti.
Bu bağlamda 8 Ocak 2015’te açıklanan “Ailenin ve Dinamik Nüfus Yapısının Korunması Programı” en kapsamlı eylem planıdır.[1] Kuşaklararası dayanışmadan aile içi şiddetin önlenmesine kadar, çok farklı bileşenlerden oluşan bu eylem planı, daha çok nüfus ve cinsiyet eşitsizliği odaklı tartışıldığından, maalesef kapsamlı bir değerlendirmeye tâbi tutulmadı.
Eleştiriler haklı mı?
Yapılan düzenlemeler, 16 haftalık ücretli doğum izninin bitiminde-annenin maaşı kesilmeden- ilk çocukta 2 ay, ikinci çocukta 4 ay, üçüncü çocukta ise 6 ay yarı zamanlı çalışma imkânı sağlıyor. Ayrıca, hali hazırda yürürlükte olan ve memur annelerin ücretli izinlerinin bitiminde 2 yıla kadar ücretsiz izin alabilmelerini sağlayan düzenlemeye ek olarak memur ve işçi anneye, çocuğun mecburi ilköğretim çağının başladığı tarihe kadar normal çalışma süresinin yarısı kadar çalışma imkânı getiriyor.
Eylem planı ve hükümet politikalarına yapılan eleştiriler ise iki başlıkta toplanıyor: Doğurganlığa devlet müdahalesinin eleştirilmesi ve kadın istihdamı meselesinden yola çıkarak cinsiyet eşitsizliğinin artacağı söylemi.
Aslında ne Türkiye’de ne de başka bir ülkede genelde aile, özelde ise doğurganlık alanı, devletin politikalarından bağımsız düşünülemez. Devletler, değişen şartlara ve hedeflerine uygun olarak, doğumu kimi zaman destekleyen kimi zaman da kısıtlayan politikalara başvurmuşlardır.
Kadın istihdamı ve cinsiyet eşitsizliği tartışmalarında da yeni düzenlemelerle ilgili genelde iki temel eleştiri öne çıkıyor: Kadın istihdamına olumsuz etkisi ve kadınların uzun vadede gelir kaybına uğraması. Ancak Türkiye’deki istihdam yapısının dikkatli bir analizi bu eleştirilerin abartılı olduğunu gösterir.
Yeni düzenlemelerin kadın istihdamını azaltacağı argümanını veriler desteklemiyor. 2014’te kadınların işgücüne katılım oranı OECD ülkelerinde ortalama yüzde 63 iken, bu oran Türkiye’de sadece yüzde 34 idi[2]. Kadınların ilk evliliklerini yaptıkları ve en fazla doğumun gerçekleştiği genç yaş grubunda (25-34 yaş grubu) ise işgücüne katılım oranı ülkemizde 2001’de yüzde 31 iken, 2014’e gelindiğinde yüzde 43’e çıktı. Yani genç ve doğurgan Türk kadınları günümüzde annelerine göre iş gücüne çok daha fazla katılıyor.
Şimdiye kadar kadınlara kısa süreli doğum izni dışında iş yaşam dengesini başarabilecekleri imkânlar sağlanmamasına rağmen, istihdama katılımları 2000’li yıllarda hızla artış göstermiş. Yeterli olmasa da iş yaşam dengesini kolaylaştırması beklenen yeni politikaların sonucunda kadınların çok daha fazla işgücüne katılabilecekleri söylenebilir.
TÜİK verilerine göre 2013 Türkiye’sinde lisans ve üstü dereceye sahip kadınların işgücüne katılım oranının yüzde 72 ile OECD ortalamasına yakın seyrettiği düşünüldüğünde, eylem planı ile sunulmaya çalışılan yarı zamanlı çalışma imkânı ve kurumsal bakım desteği gibi yeniliklerin eğitimli kadınların iş yaşam dengesini sağlamada ne kadar hayati olduğu görülür.[3]
Çalışan annelerin geliri düşer mi?
İkinci eleştiri konusu olan çalışan annelerin gelirlerinin düşeceği endişesinde ise haklılık payı olabilir. Zaten cinsiyetler arası gelir eşitsizliği bonkör, eşitlikçi ve evrensel sosyal politikalarıyla örnek gösterilen Danimarka ve İsveç gibi ülkelerde de sıkça tartışılan bir konu.
Yapılan birçok araştırma, Avrupa ve Amerika’da kadınların aynı özelliklere sahip erkek meslektaşlarına göre ortalama yüzde 20 daha az kazandığını gösteriyor. Bu ülkelerde genellikle kadınlar daha esnek ve güvenli gördükleri kamu sektöründe çalışırken, erkekler iş garantisi olmayan ancak daha fazla gelir getiren özel sektörde çalışıyor.
Her ne kadar ücretsiz izin ve yarı zamanlı çalışma düzenlemeleriyle kadınlar, gelişmiş refah devletlerinde de gelir kaybına uğrasalar da, uzun vadede istihdamdan kopmadıkları için daha rahat emeklilik yaşına ulaşabiliyor ve emekli maaşına hak kazanabiliyorlar.
İstihdamın yükselmesi ve güvenli iş imkânlarının artmasıyla benzer bir durumun ileride Türkiye’de de gerçekleşmemesi için hiç bir neden yok. Ayrıca ülkemizde, sigortalı olduktan sonra doğum yapan kadınlar, her çocuk için 720 gün borçlanma hakkı olmak üzere, 3 çocuğa kadar borçlanıp 6 yıla kadar prim hakkı kazanarak daha erken emekli olabilirler. Yeni düzenlemelerle bu imkân genişletilerek annelerin sigortalı olmadan önce yaptıkları doğumlar için de borçlanmaları sağlanacak.
Kanunla düzenlenmesi gereken tehdit
Diğer taraftan sürekli annelik izni alır ve işe odaklanamaz düşüncesiyle kadınların işe alınmaması, promosyonlardan mahrum bırakılması veya yönetici posizyonlarına getirilmeme tehlikesi ise kanunlarla düzenlenmesi gereken önemli bir tehdit.
Bu da işverenlere kadın istihdamını özendirici kolaylıklar sunulması ve çocuklu kadınlara karşı pozitif ayrımcılık yapılarak çözülebilir. Diğer taraftan 2013’te yüzde 2,4 olan 0-4 yaş grubu kurumsal bakım hizmeti alan çocuk oranının 2018’de yüzde 5’e yükseltilmesi de eylem planının hedeflerinden biri.
Sonuç olarak, tüm bu düzenlemelerin hedefi kadın istihdamını artırmak, doğum ve çocuk bakımı sebebiyle kadınların işgücü dışında kalmalarının önüne geçecek tedbirler geliştirmektir. ‘Kadınlar niteliği daha düşük işlerde düşük ücretle çalıştırılacaktır’ önermesi, düzenli kadın istihdamının artırılmaya çalışıldığı bir dönemde zorlama bir yorumdur.
Esnek çalışma ve özel istihdam büroları
Doğum izinlerine ek olarak İş Kanunu’nda yapılması planlanan değişikliklerle özel istihdam büroları açılarak işgücü piyasasında esneklik sağlanması hedefleniyor. Özel istihdam büroları Avrupa’da 1990’lı yıllardan beri emek piyasasının önemli aktörlerinden.
İstihdam olanaklarının artırılması, istihdam edilmede zorlanan kesiminin önünün açılması, mesleki gelişim, sürekli istihdama geçişi kolaylaştırması ve kayıt dışı istihdamı azaltması gibi etkenler bu büroların öne çıkan olumlu yönleri arasında. Bu sebepten, yeni düzenlemelerin sadece kadınların değil, işçi-işveren, yaşlı-genç, kalifiye-kalifiye olmayan gibi çok farklı grubun ihtiyaçlarına cevap verebileceği unutulmamalı.
Ayrıca, esnek istihdam ve standart olmayan işlerin artışını sadece neo-liberal politikalarla veya küreselleşme ile açıklamak, toplumsal dönüşümün getirdiği bir dizi gelişmeyi de yanlış okumamıza neden oluyor.
Yaşam şartlarındaki hızlı gelişme, yaşlı nüfus sayısındaki hızlı artış, özellikle eğitim çağındaki gençlerin hayat tarzlarına uygun olarak yarı zamanlı çalışma isteği, esnek istihdama imkân veren hizmet sektörünün istihdamdaki payının artması da esnek istihdamı artıran unsurların başında geliyor.
Diğer taraftan ülkemizde kadınlar diğer ülkelere göre daha nadir yarı zamanlı çalışıyor. OECD verilerine göre 2014’te Türkiye’de çalışan kadınların sadece yüzde 20’si yarı zamanlı çalışırken, bu oran kadın istihdamının yüksek olduğu ülkelerden Norveç’te yüzde 28, Almanya’da ise yüzde 38 düzeyinde.
Diğer taraftan Türkiye’de yarı zamanlı çalışanların yüzde 58’si kadın iken, bu oran Norveç’te yüzde 70, Almanya’da ise yüzde 78. Başka bir ifadeyle başta Norveç ve Almanya olmak üzere birçok refah devletinde kadınlar yüksek oranlarda yarı zamanlı çalışabiliyorlar.
Bu rakamlar iş ve yaşam dengesinin görece iyi yönetildiği ve kadın istihdamının yüksek olduğu ülkelerle mukayese edildiğinde, Türkiye’deki sorunun kadınların yarı zamanlı esnek işlerde çalışmasından değil, istihdama katılmamalarından kaynaklandığını gösteriyor.
Aslında esas sorun, başta kadınlar olmak üzere, genç ve yaşlılarla birlikte farklı toplumsal grupların ihtiyaçlarına cevap verebilecek istihdam alternatiflerinin oluşturulamamasından kaynaklanıyor.
Yrd. Doç. Dr. Mehmet Fatih Aysan İstanbul Şehir Üniversitesi Sosyoloji Bölümü öğretim üyesi. 2011 yılında University of Western Ontario’da sosyoloji doktorasını tamamladı, yine aynı üniversitede 2010-2012 yılları arasında öğretim görevlisi olarak dersler verdi. Temel ilgi alanları demografi, aile, iktisadi sosyolojisi ve sosyal politikalar. Çalışmalarının merkezini iş piyasası, nüfus yapısı, sosyal politikaların toplumun refahı üzerindeki etkileri oluşturuyor. Aysan’ın araştırmaları Avrupa Birliği, TÜBİTAK ve IDRC tarafından desteklenmiş olup çalışmalarından bazıları Routledge, Population&Development Review, Canadian Journal of Sociology ve Emerging Markets&Finance gibi dergi ve yayınevlerinde yayımlandı.
Twitter'dan takip edin: @mfatihaysan
Bu makalede yer alan görüşler yazara aittir ve Al Jazeera’nin editöryel politikasını yansıtmayabilir.