Quantcast
Channel: Al Jazeera Turk - Ortadoğu, Kafkasya, Balkanlar, Türkiye ve çevresindeki bölgeden son dakika haberleri ve analizler - Görüş
Viewing all articles
Browse latest Browse all 406

Batı, Batı'nın kurdudur

$
0
0
Brexit, neredeyse 400 yıllık piyasa devleti projesinin içine girmiş bir kurt misali Batı’nın mevcudiyetinin temelini parçalamaya başladı bile. Bundan en çok tedirgin olan ise ABD olabilir.

24 Haziran’da Birleşik Krallık çoğunlukla İngilizlerin oylarıyla Avrupa Birliği’nden çıkma kararı aldı. Kararın açıklanmasıyla sterlin ABD doları karşısında 1985’ten bu yana en düşük seviyeye indi, hem Londra hem de Avrupa piyasalarında %10 seviyelerinde kayıplar yaşandı. Bunlar, referandum sonuçlarının belki de en hafif ve ilk şok tepkileriydi.

Akabinde İskoçya İngiltere ile yaklaşık 300 yıl süren parlamento ve taç birlikteliğinden vazgeçebileceğinin sinyalini verdi. Böylelikle somutlaşan Birleşik Krallık’ın bölünme olasılığı, soğukkanlı İngilizlerin panik atak yaşamasına neden oldu. Bir kaç gün içinde referandumun yeniden tekrarlanması talepleri yükselmeye başladı.

Ama ne var ki Batı’da cin şişeden çıktı. Demokrasi beşiği İngiltere 18 milyon oyun idrak, bilinç ve aklını sorguluyor hatta belki de demokrasi en önemli sınavını bugün veriyor.

Fakt referandum sonuçlarının bugün ve geleceğin küresel ekonomik sistemi için çok daha başka bir karşılığı var. Brexit kararıyla ortaya çıkacak yeni durum, muhtemelen 1648 Vestfalya Barış Anlaşmaları’ndan sonra Avrupa kıtasının geleceğine etki edecek belki de en önemli gelişme olacak.

Vestfalya, çoğu siyaset bilimci için ulus devletin doğuşunu ifade eder. Ama her olayın arkasında bir ekonomik kurgu olduğuna inanan yakın dönem uluslararası parasal ilişkiler uzmanları için Batı’da 1648’de doğan bu yapı tam anlamıyla piyasa devletidir.

Piyasa devleti tehdit altında

Brexit kararı, 400 yıldır egemen Batı tipi piyasa devletinin varlığını da tehdit ediyor. Bu tehdidi bertaraf etmek için önünde iki seçenek var: Ya daha da genişleyerek devleşen bir canavara dönüşecek ya da topyekûn çözülmeye maruz kalarak çaptan ve güçten düşecek. İşte bu yüzden de Brexit kararı, Avrupa’nın birçok başkentinden ziyade piyasa devletinin günümüzdeki yaşayan tek örneği ABD’yi daha çok ilgilendiriyor.

Piyasa devletinin 400 yıllık hikâyesi, coğrafyalardan bağımsız olarak devlet ile piyasa arasındaki ilişkinin Batı’da kurgulanan kodlarında gizli. İronik biçimde “piyasa devleti”nin ana nüvesini teşkil eden serbest ticaret fikri ve onun beslediği liberal düşünce, devleti ve dolayısıyla ulusal çıkar ve güvenliği hiçbir zaman ikinci plana atan bir özellik göstermedi.

Aksine, ilk örneklerinden itibaren Batı’da devlet ile piyasa birbirlerinin gücünü maksimize eden eşgüdümlü ortaklardı. Bu ortaklığın piyasa temsilcileri ise anonim şirketler oldu. Uzak coğrafyaların değerli yeraltı kaynaklarını ve pazarlarını elde tutabilmenin zaman ve maliyet açısından yönetilmesi güç büyüklüklere sahip olması nedeniyle ortaya çıkan anonim şirketler, kapitalist ekonomik sistemin en önemli yapı taşı olarak 16. yüzyıldan itibaren devlet-piyasa ilişkilerinin odak noktasını oluşturdular. Bu tip ticari kurumsallaşma örneklerine ilk olarak Hollanda’da, kısa süre sonra da İngiltere’de rastlandı.

Batılı, bireyci ve mülkiyete meraklı zihin, devleti piyasa ile iç içe geçmiş bir örgütlenme olarak kurguladı. Batı’nın modern devleti, piyasanın güven ihtiyacını karşılayan, piyasanın koloni ve sömürge ticareti ile palazlanmasına destek olan bir örgütten başka bir şey değildi. 

1648 Vestfalya Anlaşmaları’nın hedefi Avrupa’da barış olarak deklare edilse de, asıl amaç, güçlü devletlerin ekonomik ve siyasal çıkarlarının öncelikli olduğu küresel parasal ve siyasal düzeni oluşturmaktı. Devlet ve piyasa güçlerinin kurduğu, ortak yarara dayalı stratejik ittifakın ürettiği bu yapı, zamanla form ve biçim değiştirse de özünden asla kopmadı.

Yani Batı’da devlet piyasa oldu, piyasa da devlet!

Ancak piyasa lehine yapılan aşırı liberal düzenlemeler, nihayet 2008 mali krizinin yarattığı zeminde piyasa devletinin meydana getirdiği adaletsiz gelir paylaşımının sorgulanmasını gerekli kıldı. Devletin mevcudiyetinin en temelinde yer alması beklenen adalet duygusu zedelendi. Devlete vatandaşlık bağı ile bağlı olan insanların gelir adaletsizliği üzerinden başlattığı sorgu, süreci İngiltere’deki Brexit oylamasına kadar getirdi.

Peki, bu noktaya nasıl gelindi?

1970’lerin ortalarından itibaren tüm dünyada özendirilen liberal ekonomi politikaları, aşırı tüketim ve kontrolsüz parasal genişliğe neden olmuş, bu ise Batılı finans-kapital merkezlerin tüm parasal ilişkiler üzerindeki sorgulanamaz hâkimiyetini mümkün kılmıştı. Bu hâkimiyet, aşırı tüketim kültürüne özendirilmiş pazar ekonomilerinden beslendi. Piyasa devletinin kalbi olan ABD de kendi halkının tutarsız ve önlenemez tüketim alışkanlığını önce Japonya sonrasında ise Çinlilerin tasarrufları ile finanse etti.

2000’lerde artık tam anlamıyla bir bağımlılığı dönüşen “borçlanarak tüketme” alışkanlığı aslında Batılı piyasa devletinin üstlendiği küresel liderlik konumunu da içten içe sarsmaya başlamıştı.

Eylül 2008’de yatırım bankası Lehman Brothers’ın ardında büyük bir girdap bırakarak batmasıyla sembolleşen Küresel Mali Kriz, Çin ile Amerikan tüketim ekonomisi arasındaki bu simbiyotik ilişkiye son verdi. Ve ortaya çıkısından 360 yıl sonra piyasa devleti, gücünün zirvesindeyken uçurumun kenarından aşağıya doğru düştüğünü fark etmeye başladı.

Artık bugün Batılı piyasa devletinin karşısında, ekonomik ölçekte bağımsızlığını ilan eden ve her geçen gün güçlenen Çin’in başını çektiği, Batı dışı bir dünya var. Ve şimdi bu dünya, küresel ekonomik düzende piyasa devletinin hâkimiyetindeki ticari normlara daha fazla müdahil olmak istiyor. Bu yeni dünya, ekonomik yeniden yapılanmanın ABD eliyle gerçekleşmesine de karşı. İşte bu arayış da küresel dengelerde yapıtaşlarının yerinden oynamasına neden oluyor.

ABD’nin kendini koruma mücadelesi

Obama yönetimi göreve geldikten kısa süre sonra piyasa devletinin makûs kaderini değiştirmek için kolları sıvadı. Dünya Ticaret Örgütü’nde Çin’in liderliğindeki bu yeni dünyanın ağırlığının artmasını önleyebilmek için piyasa devletini eskisinden daha da güçlü kılacak yeni bir ticaret alanı yaratmaya karar verdi.

Bunun birinci ayağı Pasifik, ikinci ve en önemli ayağını ise Atlantik bölgesi oluşturuyor. Trans-Atlantik ve Trans-Pasifik Ticaret ve Yatırım Anlaşmaları’nı hayata geçirmek için büyük çaba sarf eden Obama, ABD’nin finansal ve ekonomik güvenliğinin gelecekteki yegâne garantisinin bu anlaşmaların imzalanmasına bağlı olduğuna biliyor. Bu büyük mücadelenin birinci ayağı Trans-Pasifik Anlaşması müzakereleri ise büyük ölçüde tamamlandı.

ABD’nin AB ile müzakerelerini gizli biçimde sürdürdüğü Transatlantik Ticaret ve Yatırım Anlaşması (TTIP) ise Pasifik’e kıyasla çok daha zor ilerliyor. Zira AB ticareti hali hazırda çok detaylı norm ve kurallara bağlı. Eğer bu anlaşma imzalanırsa, binlerce sayfalık AB ekonomik ve mali müktesebatı da, Atlantik’in diğer yakasından gelen hayli saldırgan ticari ortak ABD’nin gelişiyle büyük ölçüde yeniden yazılacak veya tamamen ortadan kalkacak. Üstelik dışarı sızan birçok müzakere zaptından da anlaşılacağı üzere, AB’ye üye ülkelerin ekonomik, siyasi ve hukuki egemenlik alanları Amerikan şirketlerinin ticari haklarından daha üstün olmayacak.

Dünya ticaretinde hegemonyal gücü azalırken, ABD yeni yüzyılın ticari kurallarını belirlemek, dolayısı ile küresel ticarette doların kullanımının devamını sağlamak gayretinde.

ABD, hem Pasifik’teki 12 ülkeyi hem de AB’yi olası Çin ticari yayılmacılığından ve muhtemel parasal güç mücadelelerinden korunaklı bir bölgeye hapsederek kendi ekonomik hegemonyal alanını yaratmak istiyor. Çünkü piyasa devletini ancak bu politikalarla koruyabileceğini biliyor.

Fakat ABD bu hesapları yaparken, AB üyesi ülkelerin demokratik sistemin nimetlerinden yararlanan, bireysel menfaatlerine düşkün ve 2008 mali krizinin sarsıcı etkisinden henüz kurtulamamış kesimlerinin reaksiyonlarını pek hesaba katmamış görünüyor. Sokaktaki sıradan Avrupalının egemenlik alanına ve bireysel çıkarlarına yönelik olası zararları fark ettiğinde, demokratik tercihlerini göstermekten çekinmediği 24 Haziran’da bir kez daha teyit etmiş oldu. O nedenle, İngiltere gibi güvenilir bir stratejik ortağın Brexit kararı belki de en çok ABD’yi şaşırtmış ve tedirgin etmiş olmalı. Zira Birleşik Krallık’ın kararı, başka AB ülkelerini de ABD ile ortaklık konusunda çekimser bir pozisyona itebilir veya hükümetlerine baskı konusunda cesaretlendirebilir.

Ama ABD, piyasa devletinin çıkarlarını koruyan güçlü ordusu ile Avrupalı politika elitlerini çok kolaylıkla ikna edecektir. Zira AB bir barış projesinden ziyade ekonomik bir proje ve Avrupa’da barışın ve güvenliğin yegâne garantisi de AB savunma politikaları değil, NATO’nun askeri gücüdür. NATO’nun bir savunma paktı olarak işlevselliği ve caydırıcılığının sorgulandığı günümüzde, ortak savunma politikaları Fransa tarafından sürekli veto edilen AB’nin, Amerikan ticari politikalarına fazla direnemeyeceğini öngörmek ise zor değil.  

17. yüzyılda İskoç aydınlanmacılarının fikri altyapısını yeşerttiği ‘piyasa devlet’ fikri doğduğu topraklarda değil, şimdilik sadece Atlantik’in diğer yakasında yaşıyor. ABD’nin yükselen Batı dışı dünyaya karşı ekonomik hegemonyasını devam ettirebilmesi için ise, yaşlı kıtanın nüfusu ve zenginliğine ihtiyacı var. “Piyasa devleti” doğduğu topraklardan beslenerek büyümek ve kırılan hegemonyasını yeniden tesis etmek istiyor.   

Brexit, neredeyse 4 yüzyıllık bu projenin içine girmiş bir kurt misali, Batı’nın mevcudiyetinin temelini parçalamaya başladı bile.

Diğer ifade ile Batı, Batı’nın kurdudur. 

Selva Tor, finansal güvenlik stratejisti. 2013-2015 yılları arasında Stratejik Araştırmalar Enstitüsü’nde Strateji ve Stratejik Araştırmalar Anabilim Dalı’nda Ulusal ve Uluslararası Güvenlik Stratejileri alanında yüksek lisans eğitimini tamamladı. Uzun yıllar uluslararası finans ve yatırım bankacılığı konularında yurt içi ve dışında, yerli ve yabancı banka ve finans kurumlarında çeşitli kademelerde görev yaptı, pek çok alanda danışmanlık hizmeti verdi.  

Twitter'dan takip edin: @selvator2

Bu makalede yer alan görüşler yazara aittir ve Al Jazeera’nin editöryel politikasını yansıtmayabilir.

"Brexit'in ABD'ye maliyeti 900 milyar dolar"
Brexit tartışmasının ardındaki asıl neden
Primary Topic: 
Ekonomi
Konular: Avrupa Birliği, ABD, Çin, Küresel ekonomi

Viewing all articles
Browse latest Browse all 406

Trending Articles


Mide ağrısı için


Alessandra Torre - Karanlık Yalanlar


Şekilli süslü hazır floodlar


Flatcast Güneş ve Ay Flood Şekilleri


Gone Are the Days (2018) (ENG) (1080p)


Yildiz yükseltme


yc82


!!!!!!!!!! Amın !!!!!!!!!


Celp At Nalı (Sahih Tılsım)


SCCM 2012 Client Installation issue