Moskova ile Ankara arasındaki ilişkiler, son yıllarda önemli ölçüde değişti. Arap Baharı öncesinde iki ülke ilişkileri stratejik ortaklık seviyesine ulaşmıştı. Rusya, Türkiye'nin ekonomik açıdan ikinci büyük ortağı haline gelmişti, hedefi ise birinci sıraya çıkmaktı.
Ancak ne yazık ki her iki taraf da siyaset alanında gerçek bir işbirliği kurmaya ilgi göstermedi. Örneğin, 2008 yılında Erdoğan “Kafkasya İstikrar ve İşbirliği Platformu” adı altında yeni bir proje ortaya sundu, ancak Putin bunu kabul etmedi.
Küresel ve bölgesel sorunların istişare edilmemesi, birçok yanlış anlamayı da beraberinde getirdi. Bunun son örnekleri de Rus Su-24 uçağının düşürülmesi felaketi, yaptırımlar ve her türlü siyasi temasın askıya alınması oldu.
Bu süreçte Türkiye, Rus medyasının ana siyasi düşmanı haline gelirken, güçlü Ermeni, Yahudi ve Batı lobileri de bu hareketi büyük bir memnuniyetle destekledi. Kimi zaman Türkiye'nin yüzyıllardır hep Rusya'nın düşmanı olduğu ve kısa süren stratejik ortaklığın döneminin bir hata olduğu bile ifade edildi.
Bozulan ilişkilerin bedeli
Diğer yandan, Türk-Rus ilişkilerinin sınırlanması, her iki ülkenin de ekonomi ve politikasını olumsuz etkiledi. Rusya, Türk tarım ürünlerine yönelik yaptırımlar yüzünden gıda krizi ile karşı karşıya kaldı. Türkiye'deki tatil beldeleri ise turist sayısının azlığı nedeniyle yarı yarıya boş durumda.
2014'ten beri siyasi bir tecrit içerisinde bulunan Rusya için Türkiye yurtdışına açılan önemli kapılardan biriydi. Hem komşuları hem de geleneksel ortakları ABD ve AB ile ilişkileri bozulan Türkiye de 2016'da kendini Rusya ile aynı durumda buldu. Ankara ve Moskova'nın bu siyasi tecridi kırmak, ekonomik ve bölgesel siyasi sorunlarını çözmek için birbirine ihtiyacı var.
Türkiye şu anda dış politikasında bir devrime hazır. Önceki stratejiler ülkeyi bir krize sürükledi, ancak ABD ve AB gibi ortaklarla boyut değiştirmek ve ilişkileri sınırlandırmak son derece zordu.
Darbe girişimi, Erdoğan'a siyasi adımlar anlamında sınırsız olanak sunmuş oldu. Şu anda tüm siyasi muhalifleri, darbeye destek olmakla suçlanma tehlikesi karşısında sakin duruyor. Bu noktada Erdoğan, yeni politikanın yönünü kendisi belirleyecek, içerideki diğer oyuncuların etkisi ise asgari düzeyde olacak.
Ankara - Washington ilişkileri, Batı’nın desteklediğine inanılan darbe girişimi, ABD'nin Kürt ulusal hareketine ve Fethullah Gülen Cemaati'ne yönelik desteği nedeniyle son aylarda ciddi biçimde yara aldı.
Söz konusu engeller, Türk-Rus diyaloğu için iyi bir fırsat sunuyor. Putin ve Erdoğan'ın St. Petersburg'da yapacakları görüşmenin ana başlıklarından biri Rusya ile Türkiye arasındaki ekonomi ilişkilerin düzeltilmesi olacak. Moskova'nın radarında “Türk Akımı” projesinin yanı sıra bankacılık, enerji altyapısı ve ulaştırma gibi alanlarda yatırım projeleri var. Ankara da Türk vatandaşlarına vize serbestisinin yeniden uygulamaya konması, Rus pazarının Türk inşaat, tarım ve turizm şirketlerine açılması konularını masaya getirecek.
Suriye meselesinde nasıl uzlaşacaklar?
Ancak görüşmenin en önemli konuları, iki ülke arasındaki güvenlik meseleleri ve siyasi ilişkiler olacak ki bunların da ilki Suriye iç savaşı meselesi.
Rusya, Türkiye'nin Suriye'deki muhalif hareketlere yönelik desteğini asgari düzeye indirmeye çalışırken, Türkiye de Suriye'deki Kürt hareketi konusunu masaya getirmek isteyecek. Her iki ülke de Suriye'nin ABD desteğiyle parçalanmasına karşı, çünkü bu, Irak örneğinde de görüldüğü üzere, iç savaşın yıllarca sürmesi demek.
Erdoğan artık Suriye'de bölgesel işbirliğinin öneminin farkına varmış durumda. Birkaç hafta önce İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ile bir telefon görüşmesi gerçekleştiren Erdoğan, Ankara-Moskova-Tahran arasında siyasi diyaloğun önemini vurguladı. Bu üç aktörün arasındaki bölgesel işbirliği için tehlike addeden PYD lideri Salih Müslim, bir röportajında Türkiye'nin Esed'i Suriye'nin lideri olarak kabul etmeye çok yakın olduğunun altını çizdi. Müslim'in bu fazla abartılı açıklaması, Amerika'nın vekili Rojova Kürtleri ile destekçilerinin bu işbirliğinden nasıl korktuğunu gösteriyor.
Suriye, Irak ve diğer Ortadoğu ülkelerinde yaşanan savaşları durdurmanın tek yolunun, Türkiye, İran ve Rusya arasında bölgesel işbirliği olduğu kanaatindeyim. Bu üç ülke, dış siyasetlerinde bağımsız. Sınırlarının etrafında barıştan ve terörle mücadeleden yanalar. Bu noktada, Erdoğan'ın “İstikrar Platformu” düşüncesini yeniden tesis etmeliyiz. Ancak bunu sadece Kafkasya için değil, tüm Ortadoğu için de düşünmeliyiz. İçinde bulunduğumuz terör ve kargaşa çağında Ortadoğu'da siyasi işbirliğinin, ekonomik işbirliğinden bile daha önemli olduğu anlaşılmalı.
Ortadoğu'da tüm bölge dışı güçleri karar alma sürecinin dışına çıkarmalıyız. ABD, Afganistan'ı işgal edip ülkeyi mahvederek dünyanın bir numaralı eroin üreticisi haline getirdiği (Bunun için BM’nin ülkedeki eroin üretimine dair 2001 ve sonrasına ilişkin rakamlarını kıyaslamak yeterli) 2001’den bu yana Ortadoğu'da yıkıcı bir rol oynadı. Parçalanan Irak ve Libya da cabası.
Ankara artık ABD'nin darbedeki rolünü görüyor. Müslümanların Müslümanları öldürmesi, ABD’nin dünya hakimiyeti ve müttefiki İsrail'in güvenliği açısından son derece kârlı bir durum. Barış için işbirliğinin yardımıyla bunu durdurmalıyız. St. Petersburg'daki toplantı da bu tarihi sürecin ilk adımı olmalı.
Doç. Dr. Aleksandr Sotniçenko, Türkiye ve Ortadoğu uzmanı siyasi analist. Saint Petersburg Devlet Üniversitesi Uluslararası İ lişkiler Bölümü eski öğretim üyesi.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Al Jazeera’nin editöryel politikasını yansıtmayabilir.