Türkiye'de ekonomik ya da siyasi kriz dönemleri aynı zamanda kamu yönetimi reformuna ilişkin talep ve beklentilerin yüksek sesle dile getirilmeye başlandığı dönemlerdir. Ekonomide enflasyonun ve döviz kurlarının yükseldiği, istihdamın daraldığı ve bütçe gelirlerinin azaldığı dönemlerde zorunlu kamu harcamalarının karşılanmasında yaşanan güçlükler, hükümetleri ya yeni finansman kaynakları bulabilmeleri için iç borçlanmaya gitmek ya da kamu harcamalarında kısıntı yapmak zorunda bırakmıştır.
Türkiye'de ortalama on yılda bir kamu yönetiminin yeniden düzenlenmesine yönelik ortaya çıkan girişimler, 60'larda, 70'lerde, 80'lerde yaşanan yüksek enflasyon dönemlerinin ve bütçe açıklarının devletçi politikaları sürdürülemez hale getirmesinin kamu yönetiminin finansman yapısı ve işleyişi üzerinde yol açtığı erozyonu gidermek amacını taşımışlardır.
2003'te iktidarın el değiştirmesinin hemen ardından başlatılan ve daha sonra akamete uğrayan kamu yönetimi reformu da, 2001 Ekonomik Krizinin kamunun finansman ve bütçe dengeleri üzerinde yol açtığı ağır hasarı gidermek, kamu hizmetlerinin karşılanmasında zorunlu hale gelen iç borç sarmalından kurtulmasını sağlamak üzere devletin küçültülmesine ve daha etkili işleyen bir mekanizmaya dönüştürülmesine yönelikti.
Geçmişten bugüne tüm reform girişimlerinde, kamu yönetiminin yükünün azaltılmasına ilişkin etkili önlemler alınmış olsa da, sistemin genel kurgusu, dayandığı temel kurallar ve işleyiş yapısında esaslı bir değişime gidilmemiş, reform kapsamında yapılanlar yalnızca uygulamadaki sorunların giderilmesine yönelik yüzeysel değişiklikler ve bunlara ilişkin mevzuat düzenlemeleriyle sınırlı kalmıştır.
Kriz kaynaklı dönemsel sorunlara odaklanarak sistemin yapısal bozukluklarını gözden kaçıran kamu yönetimi reformları, her defasında cari giderlerin azaltılması, yatırım bütçesinin daraltılması, yeni personel alımının durdurulması, yeni bina yapımı ve kiralanmasına son verilmesi, akaryakıt harcamaları ve aydınlatma giderlerinin azaltılması gibi tasarruf tedbirleriyle kendilerini göstermişlerdir.
Tepkisel ve yüzeysel nitelikli reform paketlerinin en belirgin özelliklerinden biri, kriz döngüsünün ekonomik yapı ve kamu yönetiminin işleyişi üzerindeki olumsuz sonuçlarının en sarsıcı olduğu ve genellikle en ileri noktaya geldiği aşamada ele alınıp uygulamaya konulmaları, nispeten iyi dönemlerde ya da olumsuz sonuçların henüz ortaya çıkmadığı aşamalarda hiç akla gelmemeleridir.
2003'te yerinde ve oldukça isabetle hazırlanan ancak dönemin cumhurbaşkanı tarafından veto edilmesi nedeniyle kanunlaşma şansı bulamayan kamu yönetimi reformunun, daha sonra bütçe gelirlerinin artması, devletin iç borç sarmalından kurtulması ve kamu harcamalarının karşılanmasındaki darboğazın aşılması sonucu kısa sürede gündemden düşmesi bu konuda çarpıcı bir örnek oluşturuyor.
Bütçe dengelerinde değişim ve kamu harcamalarına etkisi
2001 Krizi sonrası kamunun ağır iç borç yükünü karşılamak üzere hazırlanan 147 milyar TL'lik 2003 bütçesinde, personel giderleri ve cari harcamalara 38,8 milyar TL (yüzde 25,4), yatırımlara 9 milyar TL (yüzde 6,1), iç ve dış borç faizlerini kapsayan transfer giderlerine ise 99 milyar TL (yüzde 68,5) tutarında ödenek ayrılmıştır. Görüldüğü üzere 2003 bütçesinin en ağır yükünü kamu harcamalarını karşılamak için zorunlu olan faiz giderleri oluşturmaktadır. Bu tarihten itibaren yerinde alınan ve başarıyla uygulanan önlemlerle enflasyonun düşürülmesi, bankacılık sisteminin disiplin altına alınması, üretimin ve ihracatın artması, bütçe gelirlerinin yükselmesi sonucu kamu finansmanı için gerekli olan iç borç bağımlılığı asgariye indirilmiştir.
473 milyar TL’lik 2015 bütçesinde ise personel giderleri ve cari harcamalara 180,5 milyar TL (yüzde 38,2), yatırım harcamalarına 47,8 milyar TL (yüzde 10,1), iç ve dış borç faizi, sosyal güvenlik giderleri ve sosyal yardımları vb. kapsayan transfer giderlerine 241 milyar TL (yüzde 51) oranında ödenek ayrılmıştır. Görüleceği üzere, 2015'de faiz giderleri ve transfer harcamaları kalemi, bünyesindeki sosyal yardım harcamaları büyük ölçüde yükselmesine rağmen 2003'e göre yüzde 25,5 oranında azalmıştır. Personel giderleri ve cari harcamalar ise yüzde 33,5 oranında artmıştır.
2003 ve 2015 bütçeleri karşılaştırıldığında, bütçenin faiz yükü 13 yıl içinde muazzam ölçüde küçülmüş; 65,5 milyar TL'den 54 milyar TL'ye, oransal olarak yüzde 44,5’den yüzde 11,4’e gerilemiştir. Bu oransal değişimler bize, iç borç bağımlılığının giderilmesiyle faize ödenmeyip tasarruf edilen miktarın yatırım harcamalarından çok, ekonomik daralma dönemlerinde kısıtlanması ciddi hoşnutsuzluk ve tartışmalara yol açabilecek personel harcamalarına, cari giderlere (mal ve hizmet alımları, akaryakıt, bina bakım giderleri vb.) ve sosyal yardım harcamalarına yöneldiğini gösteriyor. Diğer bir ifade ile 2003'ten önce iç borçlanmaya bağlı faiz yükü nedeniyle kırılganlık yaşayan kamu yönetimi mekanizması, 2015'e kadar geçen sürede cari giderler, personel harcamaları ve transfer harcamalarındaki artışa bağlı olarak kırılganlık yaşar hale gelmiştir.
Bu süre zarfında kamuda istihdam edilen personel sayısı da 2003'te 2 milyon 187 bin 599 iken 2015'te 3 milyon 339 bin 86'ya yükselmiştir. 2003'te 392 TL olan en düşük memur maaşı da 5,4 kat artışla 2 bin 114 TL'ye yükselmiştir. Öte yandan Türkiye'de bir memura düşen nüfus sayısı ortalama 23 iken, bu rakam OECD ülkelerinde ortalama 17 kişidir.
Kriz dönemlerinde ekonomideki bozulma sonucu bütçe gelirlerinde ortaya çıkacak azalma ile buradan doğan kamu hizmeti finansman açığının kamu yönetiminin personel, cari ve transfer harcamaları gibi zorunlu giderlerinden düşülebilmesi arasında asimetrik bir ilişki vardır.
Kamu personelinin ya da sosyal yardım alan kesimlerin, refah döneminde maaş, özlük hakları, yoksulluk ödeneği, sağlık yardımı vb. altında elde ettikleri kazanımlarla kamu yöneticilerinin hizmet binası, makam odası, makam aracı gibi imtiyazlarının ekonominin daraldığı ve finansman açığının ortaya çıktığı dönemlerde ellerinden alınması veya bütçedeki daralma oranında azaltılması mümkün değil ya da çok zordur.
Yunanistan'ın ekonomik altyapısı ve değer üretme kapasitesi Türkiye'den çok geri olsa bile, son yıllarda yaşadığı ekonomik kriz sonucu kamu harcamalarında, çalışanların ve emeklilerin mali haklarında yaptığı kesintilerin kamu düzeninde yol açtığı bunalım, bize bu konuda gelinen noktadan geriye gitmenin nelere mal olabileceğini açıkça gösteriyor.
2001 krizinin yol açtığı hasarı gidermek üzere 2003 sonrasında başlatılan kamu yönetimi reformu girişimini o zaman zorunlu kılan sebepler ve şartlar, devletin gelirlerindeki artış ve ekonomik göstergelerdeki belirgin iyileşme nedeniyle 2004'ten sonra etkilerini kademe kademe kaybetmiş olsa da bütünüyle ortadan kalkmış değildir. Kamu hizmetleri için gerekli finansman kaynağının orta vadede kolaylıkla sağlanmış olması nedeniyle o dönemde yalnızca reform yapılmasını gerektiren aciliyet ortadan kalkmıştır. Reformun hayata geçirilememesi ve sistemde köklü yapısal değişikliklerin yapılamamış olması nedeniyle, gelecekte ekonomik gelişmenin yavaşlaması, temel göstergelerin bozulması, bütçe gelirlerinin azalması durumunda kamu yönetiminin ekonomik ve toplumsal yapı üzerinde tekrar bir yük haline gelme riski mevcut olup düzenleme ve reform ihtiyacı tekrar gündeme gelecektir.
Kamu yönetimi mekanizması kendisine siyasi bir sınır çizilmediği takdirde canlı bir organizma gibi büyüme eğilimine girer. Son bir kaç yıldır Gezi olayları, Suriye'deki savaş, sığınmacı krizi ve Türkiye'nin de içinde bulunduğu yükselen ekonomilerde görülen yavaşlama, ekonomideki iyi dönemlerin sınırsız olmadığının açık bir işareti sayılmalı, dolayısıyla kamu kesiminin örgütsel, işlevsel ve kaynak kullanımı yönünden sürekli büyümesinin doğuracağı olumsuz sonuçların gelecekteki bir kriz ya da duraklama sırasında tedavi edilemez bir yetmezliği beraberinde getirebileceği unutulmamalıdır.
Türkiye'nin son 13 yılda ekonomik büyüme, refah artışı ve hayat standartları yönünden kaydettiği gelişme başarısının kamu yönetiminin artan yükü nedeniyle akamete uğramaması için önümüzdeki aylarda bu konuda planlanan düzenlemelerin yalnızca kamu personel sisteminin mevcut yapısı içinde memurluk statüsü, kadro tanımları ve standartlarına ilişkin 657 sayılı kanunda yapılacak mevzuat çalışmalarıyla sınırlı kalmaması gerekiyor. Bu nedenle yapılacak düzenlemenin bir personel reformu olmaktan öte, uzun vadeli bir stratejiye dayalı, kamu yönetiminin örgütlenme, personel istihdamı ve kaynak kullanımı yönünden kontrolsüz büyümesini sınırlandıracak altın standartları içeren yapısal bir reforma dönüştürülmesi zorunluluk arz etmektedir.
Doç. Dr. Ulvi Saran, Eski Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarı, Vali. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi Bölümü'nden mezun oldu. Kamuda önce Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı'nda sözleşmeli uzman olarak çalışmaya başladı, ardından çeşitli ilçelerde kaymakamlık yaptı. 1992-2003 arasında İçişleri Bakanlığı'nda Mülkiye Başmüfettişi olarak görev yaptı. Sağlık Bakanlığı'nda Müsteşar Yardımcılığı görevinde bulundu. 2009-2012 arasında Malatya Valisi olarak görev yapan Saran, daha sonra Başbakanlık Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarı olarak atandı; 22 Eylül 2014 tarihine kadar bu görevde bulundu.
Twitter'dan takip edin: @ulvisaran
Bu makalede yer alan görüşler yazara aittir ve Al Jazeera'nin editöryel politikasını yansıtmayabilir.