Fransa, 23 Nisan’da yeni cumhurbaşkanını seçmek için sandık başına gidecek. Fransız yürütme organının, Ulusal Meclisi feshetme yetkisi de dahil olmak üzere ciddi bir gücü elinde bulundurduğu düşünülecek olursa, beş yılda bir yapılan cumhurbaşkanlığı seçimi, ülkedeki en önemli seçim. Ancak bu defa işler, her zamankinden daha ciddi.
Seçim yarışının önde giden iki adayı, aşırı sağ görüşlü Ulusal Cephe Partisi'nin lideri Marine Le Pen ve Sosyalist Cumhurbaşkanı François Hollande hükümetinde ekonomi bakanı olarak görev yapan, ancak seçime bağımsız olarak katılan Emmanuel Macron. Eğer beklendiği gibi 7 Mayıs'taki ikinci tur seçimlerde Le Pen ve Macron karşı karşıya kalırsa, Fransa açısından bu durum siyasi bir dönüm noktası olacak, zira 60 yıldır ilk kez sağ ve sol kanadın ana partileri ikinci turda temsil edilmemiş olacak.
Fransa, General Charles de Gaulle'ün Cezayir Savaşı'nın (1954-1962) ortasında iktidara gelip Beşinci Cumhuriyet Anayasası'nı ustaca bir hamleyle hazırlattığı 1958'den bu yana böyle bir siyasi çalkantı ile karşı karşıya kalmamıştı. Söz konusu değişiklik, büyük çaplı tüm siyasi kırılmalarda olduğu gibi, derinlerde yatan dinamiklerin ve dönemin kendine özgü koşullarının birleşiminin bir sonucuydu.
Bugün de durum pek farklı değil. İlk olarak, altta yatan dinamiğe bakalım: Bugünlerde çoğu gelişmiş ülkede olduğu üzere, halkın elitlere olan güvensizliğinin artması, yetkinin halkın elinden alındığı hissi, ekonomik küreselleşme ve göç korkusu ve aşağıya doğru sosyal hareketlilik kaygısı ve artan eşitsizlik.
Bu duygular, Fransız devletinin ulusal kimlik ve ekonomik büyümeyi teşvik etme konusundaki tarihi rolünün de etkisiyle, Ulusal Cephe'ye yönelik desteğin artmasına katkıda bulundu. Le Pen'in milliyetçi, yabancı düşmanı mesajı ve popülist ekonomi politikaları, aşırı solcu aday Jean-Luc Mélenchon'un söylemini andırıyor.
Ulusal Cephe'ye olan destek on yılı aşkın bir süredir artıyor olmakla birlikte, parti, Fransa'nın iki turlu seçim sistemi nedeniyle şu ana dek iktidara gelemedi; zira sistem, seçmenlere ikinci turda Ulusal Cephe'ye karşı birleşme imkanı veriyor. Öte yandan, Ulusal Cephe'nin ittifak kurma konusundaki başarısızlığı da malum olduğundan, Fransa üç partili bir siyasi sisteme kaydığı halde, iktidar, sağ ve sol kesimin ana partilerinin elinde kaldı.
Macron’un yükselişinin ardındaki neden
Şu anda Macron, mevcut koşullardan faydalanarak üç partili sistemi patlatmaya çalışıyor. Macron'un, ilk başlarda pek az kimsenin farkına vardığı önemli bir sezgisi vardı: Ülkedeki sağ-sol bölünmesi, ilerlemenin önünde engel teşkil ediyordu ve cumhurbaşkanlığı seçimi, örgütlü bir siyasi hareketin yardımı olmadan bunu aşmak için altın bir fırsattı. Fransız halkı geleneksel parti sistemine giderek daha fazla tavır alırken, Macron'un başlangıçtaki zayıflığı kendisinin gücü haline dönüştü.
Macron'un kendisinin de kabul ettiği üzere, son yıllarda hem sağ hem de solun parçalanmış olması bu durumda etkili oldu. Söz konusu parçalanma, bilhassa sol açısından doğru bir tespit. Sol kanatta Başbakan Manuel Valls liderliğindeki reformcu akım ile Sosyalist Parti adayı Benoît Hamon'un temsil ettiği gelenekselciler arasında net bir ayrılık oluşmuş durumda. İspanya'da sol görüşlü Podemos partisinin ülkedeki Sosyalist İşçi Partisi'nin yerini almaya çalışması gibi, Fransa'da da Sosyalistler'i bertaraf etmek için aktif bir şekilde çalışan radikal bir solun varlığı, bu kesimin sorunlarını daha da arttıyor.
Ana akım sağın sıkıntılarının kaynağı ise daha belirsiz. Sağ görüşlü güçler, genel olarak ekonomik ve sosyal meseleler üzerinde birlik göstermeye devam ediyor. Aslına bakılırsa, bundan birkaç ay öncesine kadar, sağ kesimin cumhurbaşkanı adayı Cumhuriyetçi François Fillon'un birinci turda büyük farkla başı çekmesi bekleniyordu. Ancak Fillon'un parlamento üyeliği yaptığı dönemde eşi ve çocuklarına olmayan işler üzerinden maaş ödediği yönündeki iddialarla patlak veren skandal, kendisinin adaylığına - muhtemelen çok ciddi - zarar verdi.
Sağın düşüşünün nedeni ne olursa olsun, Macron, sol kesimde sıkıntı yaratan anlaşmazlıklar kadar bundan da önemli fayda sağladı. Şu anda bu bağımsız genç adayın 7 Mayıs'ta cumhurbaşkanı seçilerek Beşinci Cumhuriyet’in siyasi sistemini baş aşağı edebilmek için elinde gerçek bir şans var.
İki senaryo
Fakat seçim zaferi sadece ilk adım. Fransa'nın cumhurbaşkanlığı ve parlamentoya dayalı karma sistemine hükümet etmek için Macron'un Ulusal Meclis'te çoğunluğu garanti altına alması gerekecek. Bu da önümüze iki senaryo çıkarıyor.
Birinci senaryo şöyle: Fransız seçmenler Haziran'daki Ulusal Meclis seçimlerinde Macron'un yetkisini pekiştirmek istediklerinden, Macron parlamentoda hızla çoğunluk oyunu kazanır. Bu, makul bir olasılık, ama kesin değil. Örgütlü bir siyasi hareketin olmamasının Macron açısından zafiyet teşkil ettiği nokta da burası.
İşte bu yüzden, Haziran seçimleri ikinci senaryonun hayata geçmesine yol açabilir: Yani küçük bir sağ kesim, merkezde geniş bir kesim ve umutsuzca bölünmüş durumda sol kesimden oluşan bir parlamento koalisyonu ile birlikte çalışmak. Böyle bir gelişme, birçok Avrupa ülkesine tanıdık gelecektir. Ama cumhuriyetçiliği ile bugün Batı dünyası genelinde siyasete şekil veren sağ-sol ideolojik yelpazesini yaratan Fransa'da, bu, Sosyalist Parti'nin sonunu getirebilecek gerçek bir devrim olur.
Sağ-sol bölünmesinin sembolik gücü göz önüne alındığında, Fransa'da seçmenler de siyasi liderler de yıllardır ülkenin neredeyse bütün sorunlarını ideolojik bir çerçeve üzerinden açıklama eğiliminde. Halk ve siyasetçilerin, geniş çaplı koalisyon anlaşmasına dayalı hükümetler konusunda tecrübesi çok az. Siyasi sistemin tıkanarak kimi zaman reformları hayata geçirmeyi zorlaştırmasının ve Macron'un net reform planları içeren mesajının Fransa için bu denli sıradışı olmasının nedenlerinden biri de bu.
Eğer Le Pen bir şekilde üstün gelirse, Fransız siyaseti – elbette Avrupa Birliği de – tepetaklak olacak. Fakat ılımlı bir görüntü sergileyen Macron bile, kendince gerçek manada radikal bir tutumu temsil ediyor. Her iki adayın da ikinci tura kalma ihtimalinin bulunduğu şu ortamda Fransa siyasi bir devrimin eşiğinde, üstelik kim kazanırsa kazansın.
Zaki Laidi, Paris Siyasal Bilimler Enstitüsü'nde uluslararası ilişkiler profesörü ve Fransa Başbakanı Manuel Valls'ın eski danışmanı.
Twitter'dan takip edin: @ZakiLaidi
Bu makalenin ilk nüshası Project Syndicate tarafından yayımlanmıştır.
Bu makalede yer alan görüşler yazara aittir ve Al Jazeera'nin editöryel politikasını yansıtmayabilir.