Quantcast
Channel: Al Jazeera Turk - Ortadoğu, Kafkasya, Balkanlar, Türkiye ve çevresindeki bölgeden son dakika haberleri ve analizler - Görüş
Viewing all articles
Browse latest Browse all 406

Suudi-İran geriliminde tehlikeli tırmanış

$
0
0
“Türkiye Ortadoğu'da giderek tırmanan mezhebi gerginliğin giderilmesinde arabuluculuk rolünü üstlenmeli. Diyalog girişimleri başarısızlığa uğrarsa, çok geniş kapsamlı bir mezhep savaşını tetikleyebilir.” Hasan Kösebalaban Al Jazeera için yazdı.

Suudi Arabistan ile İran arasındaki gerginlik, Suudi Arabistan'ın önemli Şii din âlimi Ayetullah Nimr en-Nimr'in de aralarında bulunduğu çoğu Sünni 47 siyasi suçluyu idam etmesiyle yeni bir döneme girdi. Bu olay Tahran’ın Batı medyasının gücünü de arkasına alarak önemli bir itibar kazanmasına neden oldu ve Suudi Arabistan aleyhine propaganda yapma imkânı verdi. Gerilimi tehlikeli boyutlara tırmandıran idam kararlarının arka planında derin tarihsel kökenleri bulunan mezhep temelli jeostratejik rekabeti analiz etmek gerekiyor.

2003 Irak Savaşı ve 2011 Arap Baharı, Ortadoğu’nun stratejik temellerini yerinden oynatarak, uzun süredir soğumaya terkedilmiş Suud-İran gerginliğini yeniden alevlendiren çok önemli yapısal değişim ve kırılmalara neden oldu.


2003’te ABD Irak'ı işgal ederek nüfusun çoğunluğunu oluşturan Şiilere demokrasi altında iktidarı hediye ederken aslında Irak'ı altın bir tepsi içinde İran'a hediye etmiş, Sünni hâkimiyeti altındaki Bağdat'ın Şii nüfuz alanına dâhil olmasıyla yüzyıllardır bölgede mevcut bulunan mezhebi dengeyi bozmuş oluyordu.

Türkiye açısından bu gelişme kaygı vericiydi, zira artık İran, Türkiye'nin güney sınırını Akdeniz'e kadar tamamen kontrol edebilir hale gelmişti. Ortaya çıkan tabloda Türkiye’nin Sünni Arap ülkeleriyle doğrudan kara bağlantısı Irak ve Suriye'deki Şii hattı ile kesilmiş oluyordu.

Ancak İran'ın Körfez bölgesinde artan gücü ve mezhep kartı yoluyla etkisini yayma çabası, Suudi Arabistan ve diğer Körfez ülkeleri açısından sadece stratejik bir rekabet değil, varoluşsal bir tehdit olarak algılanmasına da yol açtı. Bu algının oluşumunda Vahhabi-Şii gerginliğine atıfla mezhep çok önemli bir ekten olsa da ülkeler arasındaki jeopolitik rekabetin dini kimlik temelli olmaktan daha ziyade kimliğin başarılı bir enstrüman olarak kullanıldığı coğrafi ve tarihi kökleri bulunan bir güç mücadelesi olduğunu da belirtmek gerekiyor.

İran Şii kartını kullanarak kendi gücünü artırıyor ve etki alanını genişletirken, Suudi Arabistan da Sünnilik kartını kullanarak İran'a karşı bir direnç oluşturma çabası içinde. Ancak bunu yaparken hislerini İran aleyhine harekete geçirdiği Sünni tabanının beklentilerini karşılamak, radikal örgütlerin mezhep kartını kendisi aleyhine kullanmasını önlemek zorunda.

Körfez’de İran tedirginliği

İran'ın bölgesel yayılmacılığının artmasının önemli Şii nüfus barındıran Körfez ülkelerinde ortaya çıkardığı tedirginlik sürüyor. Suudi Arabistan'ın hemen yanı başındaki Bahreyn Sünni bir hanedan tarafından idare edilse de yüzde 90 oranında Şii nüfusa sahip.

Resmi olarak açıklanan bir rakam olmasa da Suudi Arabistan'ın 20 milyon yerli nüfusunun yüzde 15’inin Şiilerden oluştuğu tahmin ediliyor. Son derece marjinalize olmuş, sosyo-ekonomik skalanın en altındaki bu azınlığın özellikle ülke petrollerinin önemli kısmını barındıran petrol zengini doğu vilayetlerinde yoğunlaştığı düşünüldüğünde, Riyad açısından durumun ne kadar hassas kabul edildiği daha iyi anlaşılabilir.

Ortadoğu stratejik yapısındaki ikinci kırılma ise 2011'de başlayan Arap demokratikleşme süreci oldu. Kısa sürede halk ayaklanmaları Tunus, Libya ve Mısır gibi Kuzey Afrika ülkelerinde otoriter yöneticileri görevden uzaklaştırdı. Olaylar Arap dünyasının kalbi olan Ortadoğu'ya yayıldığında ise kısa sürede mezhebi fay hatlarını yerinden oynattı.

Bahreyn'de kısa sürede büyüyen isyan Suudi Arabistan'ın sağladığı destekle bastırıldı. Suudi güvenlik okumasına göre, şayet bu isyan Bahreyn'deki yönetimi devirmiş olsaydı isyanların Suudi Arabistan'ın içine doğru genişleme sürecini hiç kimse durduramazdı.

Diğer taraftan uzun süredir Yemen'de Suudi desteğiyle iktidarı elinde tutan Abdullah Salih'in bir halk ayaklanmasıyla devrilerek iktidarın yine S. Arabistan'a yakın yardımcısı el-Hadi'ye geçmesine karşı İran'ın teşvikiyle Şii Husilerin başlattığı ayaklanma kısa sürede ülkeyi bir iç savaş ortamına sürükledi.

Asıl büyük vekalet savaşıysa Suriye'de başlıyordu. Sünni nüfus çoğunluğuna sahip olmakla beraber İran destekli bir Nusayri azınlık rejimi tarafından yönetilen Suriye'de halkın demokrasi taleplerine rejimin şiddetle karşılık vermesi ve muhalefetin silahlı mücadeleye başlaması ülkeyi felakete sürükleyen iç savaşı hazırladı.


Türkiye'nin de Suriye halkının demokratik taleplerine destek vermesiyle müdahil olduğu bu savaş binlerce insanın hayatını kaybetmesine ve yaralanmasına neden oldu. Milyonlarca Suriyeli ülkelerini terke zorlandı. Rusya ve İran'ın açık desteğinin yanı sıra Batı'nın müdahale isteksizliği rejimi ayakta tutsa da Beşar Esad ülkenin sadece bir kısmını kontrol edebilecek bir gücü muhafaza edebildi.

Irak ve Suriye'de Sünni halkın maruz bırakıldığı ayrımcılık ve siyasi otorite boşluğu IŞİD gibi terör örgütlerinin güçlenmesinin önünü açtı. S. Arabistan'ın desteğiyle Mısır'da gerçekleştirilen darbe İhvan gibi demokratik katılım talep eden hareketlerin sahneden çekilmesiyle sonuçlandı.

Ortaya çıkan boşlukta IŞİD’in sadece bölgesel değil aynı zamanda küresel ölçekli bir terör örgütüne dönüşmesi, Batı’nın güvenlik hesaplarını yeniden gözden geçirmesine yol açtı. Batılı güçler geçmişte bir güvenlik tehdidi olarak gördüğü İran'ı artık IŞİD karşıtı koalisyonun en muteber üyesi olarak adeta bölgesel istikrar unsuru gibi görmeye başladılar.

Diğer taraftan IŞİD, Rusya'nın da İran'la uyumlu bir şekilde bölgede güç projeksiyonu gerçekleştirmesinin önünü açtı. İran ve Rusya'nın desteklediği Esad'ın derhal görevden uzaklaştırılması çağrıları terkedilerek Esadlı geçiş senaryoları Batılı başkentlerce kabul edilmeye başlandı.

Nükleer anlaşma sonrasında başlayan Batı-İran ilişkilerindeki bahar havası fiili olarak İran'ın bölgesel nüfuz yayılmacılığının onaylanması anlamına geliyordu.

Hem jeostratejik hem mezhepsel çevrelenme

Tüm bu şartlar Suudi Arabistan açısından alışılmadık bir durum getiriyor. Riyad geçmiş dönemlere kıyasla çok daha fazla Tahran'ın nefesini ensesinde hissediyor. Hali hazırda Bağdat, Şam, Beyrut ve Sanaa gibi dört kritik Arap başkentini kontrol eden Tahran'ın kolunu uzatarak Bahreyn, Kuveyt ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi önemli Şii nüfus ya da diasporaya sahip ülkeleri karıştırma arzusunu görüyor. Riyad bu durumu kuzey, güney ve doğudan hem mezhepsel hem de jeostratejik çevrelenme olarak okuyor.

Diğer taraftan Şii yayılmacılığına karşı tepkisizliğin Sünni Arap gençleri arasında oluşturduğu hoşnutsuzluğun el-Kaide ve IŞİD tarafından kullanılmasından da rahatsız.

Suudi Arabistan'da olduğu gibi İran'da da siyasi idam cezaları sıklıkla veriliyor. Ancak İran'ın idam ve mezhepçilik konularında Suudi Arabistan'dan farklı bir imajla kendisini sunabilmesi hem başarılı bir kamu diplomasi operasyonu hem de Batı'nın İran'a olan bakışındaki farklılaşmanın sonucu.

Şii kimliği, İran'ın evrensel İslam Devrimi iddiasının çökmesinden sonra nüfuz yayılmacılığı maksadıyla kullandığı etkili bir enstrüman. Suudi Arabistan da bu yayılmacılığın önüne geçmek için kendi mezhep asabiyetini ön plana çıkarıyor.

Her iki ülkenin riskli davranışları bütün İslam dünyasında son derece tehlikeli bir mezhep savaşı ortamını hazırlıyor. Çok sayıda Arap devleti bu gerginlikte S. Arabistan'ın yanında yer alarak İran'la diplomatik ilişkilere son verdi ya da diplomatik ilişkilerin seviyesini düşürdü. İran ise bu ülkeyle ticari ilişkilerini dondurdu, Hac seyahatini yasakladı. Gerginlik İran'ın Yemen'deki büyükelçilik binasının Suudi uçaklarınca hedef alındığını açıklamasıyla yeni bir noktaya taşındı. Hiç kuşkusuz bu durum Türkiye'ye özel bir misyon yüklüyor.

Medeniyetler arası İttifak girişimlerinin başlatıcısı olan Türkiye Ortadoğu'da giderek tırmanan mezhebi gerginliğin giderilmesinde arabuluculuk rolünü üstlenmek durumunda. Arap ve Fars medeniyetlerini kendi bünyesinde birleştirmiş Anadolu İslam geleneğinden beslenen, hem İran hem de Suudi Arabistan'la güçlü tarihsel bağları bulunan, laik ve demokratik bir ülke olarak bu rolü en iyi şekilde yerine getirebilecek ülke Türkiye'dir.

Diyalog ve müzakere çağrılarının ve girişimlerinin başarısızlığa uğraması durumunda sadece bu bölgenin değil, aynı zamanda Pakistan'ı ve Hint alt kıtası Müslümanlarını da içine alacak bir mezhep savaşını tetikleyebilir. Türkiye de bu çatışma ortamının getirdiği etkileri yakından hisseder. Bu nedenle Türkiye Batılı diplomatik kanalları da harekete geçirerek güçlü bir uluslararası müzakere girişimine öncülük etmek zorundadır.

Yrd. Doç. Dr. Hasan Kösebalaban, İstanbul Şehir Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler öğretim üyesi. Aynı zamanda  Five Colleges, Inc. (Amherst, Massachusetts) araştırma görevlisi.

Twitter’dan takip edin: @HKosebalaban

Bu makalede yer alan görüşler yazara aittir ve Al Jazeera’nin editöryel politikasını yansıtmayabilir.

İran-Suudi Arabistan krizine Tahran nasıl bakıyor?
İran'ın Ankara Büyükelçisi Dışişleri'ne çağrıldı
Primary Topic: 
Ortadoğu
Konular Suudi Arabistan, İran
Amerika Birleşik Devletleri
39° 1' 39.7884" N, 35° 17' 17.1096" E

Viewing all articles
Browse latest Browse all 406

Trending Articles


Mide ağrısı için


Alessandra Torre - Karanlık Yalanlar


Şekilli süslü hazır floodlar


Flatcast Güneş ve Ay Flood Şekilleri


Gone Are the Days (2018) (ENG) (1080p)


Yildiz yükseltme


yc82


!!!!!!!!!! Amın !!!!!!!!!


Celp At Nalı (Sahih Tılsım)


SCCM 2012 Client Installation issue