Dünya Ekonomik Forumu’nun yıllık toplantısı Davos’ta başladı. İsviçre’nin bu küçük kış sporları merkezinde, bu sene ana gündem maddesi, 4. endüstriyel devrim. Fakat bu yıl da her zamanki gibi Çin’den söz edilecek. Ancak bu seneki Çin gündeminde farklı başlıklar var: uluslararası rezerv paralarının arasına ulusal parasını beşinci para birimi olarak eklemeyi başarması, ABD’ye rağmen Avrasya’da ABD’nin müttefikleri ile son derece kritik ve stratejik ortaklıklara imza atmaya başlamış olması gibi.
Akıllarda ise hep aynı soru. Geleceğin uluslararası parasal sistemi nasıl şekillenecek? Acaba Çin hegemonyal bir parasal güç olacak mı? ABD buna direnebilecek veya bu süreci tersine çevirebilecek mi?
19. yüzyılın hegemonyal gücü İngiltere’den 20. yüzyılda gücü ABD’ye devreden gelişmeler benzer soruların ABD için de sorulmasına neden olmuştu. Ama ABD hegemonyal parasal gücünü 1956’daki Süveyş Krizi sırasında tescillemişti. Kısaca hatırlayalım. İngiliz ve Fransız askeri birliklerinin Mısır’ı işgal etmelerinden sadece bir hafta sonra 5 Kasım 1956’da İngiliz Poundu para piyasalarında büyük bir satış baskısı ile karşı karşıya kalmıştı. İngiltere IMF’deki rezervlerini kullanmak için ABD’den yardım istemiş ama ABD Mısır’da derhal bir ateşkes uygulanması ve İngiltere’nin süratle askeri birliklerini çekmesi karşılığında yardımda bulunacağını aksi takdirde İngiltere’nin IMF’deki ulusal rezervlerini dahi kullanmasına engel olacağı tehdidinde bulunmuştu. Bu açık şantaja direnecek gücü olmayan İngiltere kısa sürede Mısır’dan çekildi. ABD’nin poundun üzerindeki büyük satış baskısına neden olduğu ise sonradan anlaşılacaktı.
Süveyş Krizi olarak tarihe geçen bu olay, parasal gücün devletlerin çıkarları doğrultusunda “zorlayıcı güç” aracı olarak sistematik biçimde kullanılmasının önünü açmış, vurucu gücü askeri veya siyasi araçlardan çok daha etkin olan “parasal güç”ü hegemonya tesisinin en önemli aracı haline getirmişti.
II. Dünya Savaşı sonrasında yapılanan uluslararası parasal sistemin kurgusu, ABD dolarının küresel ticarette kullanımının yaygınlaştırılması ve dolayısıyla ABD’nin parasal gücünün artırılmasına hizmet etmişti. ABD yönetimi, 50 yılda karmaşıklaşan finansal enstrümanlar sayesinde parasal güç araçlarını da çeşitlendirebildi. Askeri gücün fiziki, beşeri ve psikolojik tahribatı yerine daha yumuşak bir güç olan parasal araçlar, başka devletlerin tasarrufları üzerinde kendi çıkarları doğrultusunda daha hızlı ve etkin sonuçlar alınmasını sağlıyordu.
1980’lerde Reagan ve Thatcher ikilisinin önerdiği finansal liberalizasyon akımı, piyasaları serbestleştirip kontrolsüz zenginlik ve adaletsiz gelir dağılımı yaratırken, çevre ülkelerin mali ve siyasi özerkliklerini önemli ölçüde zayıflattıkça, ABD’nin parasal gücünün küresel etkinlik kapasitesini de artırmış oldu. Uluslararası parasal sistemin kurumsal çekirdeğini oluşturan Uluslararası Ödeme Bankası (BIS), Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Ticaret Örgütü (WTO) gibi kurumlar ise ABD dolarının hegemonyal parasal gücünün hem denetim hem de kontrol mekanizması görevini üstlendi.
ABD’nin kaderini tayin ettiği doların uluslararası rezerv para statüsüne dayanan bu sistem, merkezde yer alan başta ABD olmak üzere, II. Dünya Savaşı’nın galip Batılı ekonomilerine bağımlı çevre ekonomilerden oluşan bir parasal denklem meydana getirdi. Bu denklem ABD dolarının ve uluslararası parasal sistemin en temel güvencesi haline getirildi.
Çin Halk Cumhuriyeti II. Dünya Savaşı sonrası kurulan uluslararası parasal sistemin ABD doları merkezli yapısına 1970’lerden itibaren dâhil olmuş, ABD’nin Japonya’dan sonra ikinci büyük finansörü olma görevini üstlenmişti. Çin’in düşük kura dayalı ihracat odaklı büyümesinin meydana getirdiği yüksek tasarruf, ABD’nin aşırı tüketimini ve borçlanmasını kolaylaştırdı. Bu karşılıklı fayda ilişkisi, özellikle Soğuk Savaş sonrası hızlı ekonomik büyümeyi ve parasal genişlemeyi de artırdı. Niall Ferguson’un “Chimerica” adını verdiği bu ikili yapı, 1970’lerden 2000’lerin ortalarına kadar küresel finansal ve parasal sistemin yaşam enerjisini oluşturdu.
2009: Çin ile kopuşun başlangıcı
Ancak bu ortaklık 2008 Krizi sonrası yavaşlayarak devam etse de, 2009’da Çin’in doların hegemonyal statüsünü sorgulaması ile sembolik olarak kopuş sürecine girdi. Çin Merkez Bankası Başkanı’nın ABD Doları’nın hegemonyal parasal gücünü sorguladığı 2009 G20 toplantılarından sadece sekiz ay sonra ABD Başkanı Obama’nın Japonya’da Asya Pasifik bölgesinde liderlik arayışı ekseninde yaptığı konuşma ile ABD ile Çin arasındaki liderlik mücadelesinin ilk sinyalini vermiş oldu.
ABD’nin Asya Pasifik’teki liderlik arayışı, Çin’in yenileşme ve modernleşme stratejisinin temel hedefleri ile alenen çelişiyor. Çin daha 1990’ların başında oluşturduğu strateji ile önce Çin ekonomisini güçlendirmeyi ardından da ikinci aşamada Asya Pasifik’te bir bölgesel güç olmayı, buradaki enerji sevk koridorlarını ve kaynaklarını elinde tutabilmeyi ve Tayvan’ı ana karaya dâhil etmeyi planlamıştı.
Obama’nın ikinci başkanlık dönemine damgasını vuran ve ön hazırlığı 5 yılı bulan Trans Pasifik Ortaklık anlaşması (TPOA) da bu anlamda Çin’in ikinci aşamayı tamamlamasının önündeki en büyük engeli oluşturuyor. “Eğer bu anlaşma hayata geçmezse, ABD ile aynı evrensel değerleri paylaşmayan Çin geleceğin küresel ticaretinin kurallarını belirleyecektir” uyarısında bulunan Obama, bu anlaşma ile 20. yüzyıl boyunca doları, gücün merkezine oturttuğu eski finansal mimarinin evrildiği yeni koşullarda ayakta kalacağı zemini de oluşturmaya çalışıyor. TPOA, ABD ile birlikte aralarında Japonya ve Avustralya’nın da bulunduğu ve dünya ekonomisinin yüzde 40’ını oluşturan ve toplam ihracat kapasiteleri 5,6 trilyon doları bulan 12 Pasifik ülkesi tarafından imzalanmış durumda. Tam anlamıyla işlevsel hale gelmesi için ise taraf ülkelerin iç hukuk süreçlerinin tamamlanması bekleniyor. Buna göre kritik tarih, ABD Kongresinin nisan ayında yapılması beklenen oylaması olacak. Eğer Kongre nisanda TPOA’yı yasalaştırırsa, ABD ve Çin arasındaki düşük yoğunluklu gerginliklere yeni uzlaşmazlık ve hatta çatışma alanları eklenmesi olası.
Çin’in TPOA’ya alternatif olması amacı ile kurguladığı ve Avrasya coğrafyasına doğru ticari, ekonomik, finansal ve siyasi bağları güçlendirmek istediği “One Belt, One Road” (Bir Kuşak, Bir Yol) (OBOR) stratejisini hayata geçirmeye hazırlanıyor. OBOR uzun vadeli hedefleri nedeniyle TPOA’nın işlevsel hale gelmesi halinde kısa vadede yaratacağı etkiye kıyasla cılız kalabilir.
Ancak özellikle Rusya ve İran’ı da içine alan ve tüm Türkistan coğrafyası ile Türkiye’yi kapsayan bu çok taraflı ve entegre kalkınma ve ticaret projeler paketi daha 2013’te ABD’nin endişeye kapılmasına neden olmuştu. Zira aynı yıl OBOR stratejisinin finansman ayağını oluşturan Asya Altyapı Yatırım Bankası’nın (AIIB) kurulacağı haberi ABD’de büyük tepki ile karşılandı. ABD’nin vetosu, dünyanın değişen dinamiklerini göremediği veya dünyayı hâlâ azınlık bir grubun inisiyatifinde yönetmek istediği gerekçesi ile eleştirilere de neden oldu.
ABD’nin Pasifik’te liderliği Çin’e bırakmak istemediği için müttefiklerine bankanın kuruluşuna katılmamaları yönündeki çağrısı Japonya dışında pek karşılık bulmadı. Avrupa’nın iki lider ekonomisi Almanya ve Fransa ile birlikte İngiltere ve Kanada dahi ABD’den gelen itirazlara rağmen kurucu ülke oldular. 57 ülkenin katılımıyla kurulan bankanın ilk guvernör toplantısını iç hukuk sürecini tamamlamış 30 ülkenin temsilcilerinin hazır bulunduğu toplantıyla 16 Ocak 2016’da gerçekleştirildi. 30 ülke arasında iç hukuk sürecini tamamlamış Almanya ve İngiltere de bulunuyordu.
Görünen o ki, küresel ekonominin yüzde 50’sine ve uluslararası ticaretin yüzde 60’ına ev sahipliği yapan Asya Pasifik’teki ABD ile Çin arasında sessiz ve derinden başlayan parasal ve ticari hâkimiyet mücadeleleri TPOA ile birlikte dozunu ve sesini daha da artıracak.
Bir yanda doların hegemonyal parasal gücünden vazgeçmek istemeyen ABD, diğer tarafta ise yükselen Pasifik’te parasal özerkliğini ve etkinliği artırmak isteyen Çin.
Bir tarafta yaralı Kartal, diğer tarafta ateşi harlanan Ejderha.
Davos toplantılarında yüksek sesle olmasa da, kahve aralarına ve yemek sohbetlerine Kartal ile Ejderha’nın Pasifik’te başlayan güç savaşlarının fısıltılarının eşlik edeceği kesin.
Selva Tor, finansal güvenlik stratejisti. 2013-2015 yılları arasında T.C. Harp Akademileri Komutanlığı, Stratejik Araştırmalar Enstitüsü’nde Strateji ve Stratejik Araştırmalar Anabilim Dalı’nda Ulusal ve Uluslararası Güvenlik Stratejileri alanında Yüksek Lisans eğitimini tamamladı. Uzun yıllar uluslararası finans ve yatırım bankacılığı konularında yurt içi ve dışında, yerli ve yabancı banka ve finans kurumlarında çeşitli kademelerde görev yaptı. Enerji, sanayi üretimi, bilgi ve iletişim teknolojileri ile gayrimenkul sektörlerinde, Orta ve Doğu Avrupa ile Türkiye’de çok sayıda yatırım projesinin finansman çalışmalarını tamamladı. Yerli ve yabancı kurumlara proje finansmanı, kurumsal finansman, borç yeniden yapılandırma gibi temel finansal ve parasal konularda danışmanlık hizmetleri verdi.
Twitter'dan takip edin: @selvator2
Bu makalede yer alan görüşler yazara aittir ve Al Jazeera’nin editöryel politikasını yansıtmayabilir.