Quantcast
Channel: Al Jazeera Turk - Ortadoğu, Kafkasya, Balkanlar, Türkiye ve çevresindeki bölgeden son dakika haberleri ve analizler - Görüş
Viewing all articles
Browse latest Browse all 406

Avrupa’nın soğuk yüzü

$
0
0
"Avrupa medeniyeti son yüz yılda insan onurunu ve saygınlığını korumak, düşünce özgürlüğü ve farklı kültürlerin bir arada yaşaması için yoğun çaba sarf etti. Şimdi ise bütün varoluşuyla desteklediği bu insani değerleri, göçmenlere göstereceği liberal politikalar ile ispatlamalı." Nevzet Çelik Al Jazeera için yazdı.

Modern Avrupa’nın şekillenmesinde İkinci Dünya Savaşı önemli rol oynadı. Avrupa tarihinde Yahudi ve Çingenelerin maruz kaldıkları soykırım ve yaşadıkları göçler hâlâ hafızalarda canlı duruyor. Bu durum savaş sonrası yıllarda Avrupa’nın göçmenler ve insan hakları konusunda ayrı bir hassasiyete sahip olmasına da sebep oldu. Avrupa, yakın zamanda yaşanan bu utanç verici hadiselerin tekrarlanmaması için göçmenleri koruyan uluslararası antlaşmalar yapmak üzere girişimlerde bulundu. Bu antlaşmalar, insanların doğuştan sahip oldukları hakların ırk, renk, din ve sınıf ayrımı yapmadan herkese eşit mesafede olmasını ve bunun savaş dönemleri dahil her şartta uygulanmasını öngörüyordu. Bugün yürürlükte olan göçmen hakları ile ilgili antlaşmalar ilk defa Cenevre’de Mültecilerin Hukuki Durumuna İlişkin Sözleşme adı ile 1951’de imzalandı. Bunu 1967’de imzalanan protokol takip etti ve böylece sığınmacılarla ilgili temel haklar ortak bir bildiri ile garanti altına alınmış oldu. Cenevre Antlaşması'na göre göçmen kavramı, vatandaşı olduğu devletin topraklarında ırkı, rengi, dini ve siyasi düşüncesinden dolayı zulüm gören veya savaştan kaçıp sığınmaya ihtiyacı olan kişileri tanımlar.


Yasaların dışında Avrupa halkları son 50-60 yılda dünyadaki savaş ve çatışma durumunda olan göçmenler için insani girişimlerde bulundular. Örneğin 1954 ve 1977’de Vietnam, Laos ve Kamboçya bölgesinde yaşanan bir milyon göçmen için birçok Avrupalı sivil yardım örgütü başarılı yardım kampanyaları yürüttüler. Yine 1962’de Angola ve Zaire, 1971’de Hindistan’dan ayrılıp Doğu Pakistan ve sonradan Bangladeş adını alan bölgedeki 10 milyon göçmen için acil eylem planları geliştirdiler. Bunu 1982’de Filistin ve Lübnan’da yaşanan iç savaşlar ve oluşan göçmen akınları, 1988’de Afganlı mülteciler, Yugoslavya’nın dağılmasıyla 1992’de Bosna’daki trajik olaylar takip etti. Avrupalı sivil örgütler bu trajik göçmen hareketlerini organize etmek için kendi politikacılarını ve medyayı da aracı yaparak dünya çapında geniş kamuoyu oluşturdular. Tüm bu gelişmeler Avrupa’yı kısa sürede dünya nezdinde insan hakları ve özgürlüklerin de kalesi konumuna getirdi.

Lakin Avrupa bugün göçmenler konunda öncülük ettiği insan merkezli hümanizm felsefesinden uzaklaşıyor. Kendi evrensel değerleriyle uyuşmayan bir konumda durmaya çalışıyor. Dünyanın birçok ülkesindeki göçmenlere yardım etmeye çalışan ve göçmenler konusunda hukuki prosedürleri yerine getirmeyen ülkeleri eleştiren Avrupa, aynı göçmenlerin kendi topraklarına girmesini istemiyor. Bin bir zorlukla Avrupa’ya geçmeyi başaran göçmenler de bekledikleri ve umdukları bir Avrupa yerine hayal kırıklığı ile karşılaşıyorlar. Örneğin Europol’ün 2016 Ocak ayında yaptığı açıklamada 10 bin göçmen çocuğun Avrupa’ya geçtikten sonra kaybolduğu ve büyük ihtimalle organ ve fuhuş mafyasının eline düştüğü belirtiliyordu. Bu korkunç olayın yanı sıra, bazı ülkelerde ırkçı saldırılara maruz kalan göçmenler en temel barınma, sağlık ve yiyecek ihtiyaçlarını bile karşılayamıyorlar.

Bugün Avrupa’nın Suriyeli göçmenler konusunda en duyarlı lideri konumunda olan Almanya Şansölyesi Merkel’in Avrupa’nın kültürel ve insani değerlerine vurgu yaparak başlattığı göçmen kabul projesi de hem kendi ülkesinde hem de diğer Avrupa ülkelerinde amansızca eleştiriliyor. Göçmenlere kapılarını kapatmaya çalışan Avrupa buna sebep olarak da göçmen sayısının fazlalığını gösteriyor. Halbuki Türkiye, Ürdün ve Lübnan ile karşılaştırıldığında Avrupa ülkelerinin kabul ettiği göçmen sayısı hâlâ sınırlı kalıyor. Örneğin Türkiye 2011’de patlak veren Suriye iç savaşından beri kapılarını açık bırakarak 2.500.000 göçmene ev sahipliği yaptı ve göçmenlerin temel barınma, sağlık ve yiyecek ihtiyaçlarını karşılama konusunda da iyi bir sınav verdi.

Avrupa'nın Müslüman göçmen tedirginliği

Göçmenler ve özellikle artan Müslüman göçmen sorunu artık Avrupa’nın en önemli sosyopolitik konusu. Esasen Avrupa genelinde göçmenlerin kabul edilmemesinin sebebi göçmenlerin sayılarından ziyade taşıdıkları kültürel değerler. Avrupa, tarihte yoğun göç vermiş ve almış bir kıta olmasına rağmen, halihazırdaki göçmenlerin Müslüman olması Avrupalı politikacıları tedirgin ediyor. Ortadoğu ve genelde İslam dünyasından gelen göçmenlerin Avrupa’nın liberal ve özgürlükçü değerlerine hazır olmadıkları ve uyum sağlayamayacakları fikri ön plana çıkıyor. Suriye krizi ile birlikte yaşanan yoğun göç dalgası, var olan Müslüman göçmenlerin görünürlüğünü ve entegrasyon sorununu seçim, politika ve ekonominin çok ötesinde kültürel, demografik ve dini kaygılar ihtiva eden sosyolojik bir temele taşıdı. Gelinen nokta da, özellikle Rusya’nın Suriye’de artan askeri faaliyetleriyle birlikte, Avrupa’ya göçmen akınının yakın gelecekte son bulmayacağı endişesi yaratıyor. Bu durum göçmen politikaları konusunda kriz yaşayan Avrupa’nın Suriye’de daha fazla inisiyatif almasını da zorunlu kılıyor.


Amerikalı düşünür Huntington'ın 1993’te dile getirdiği "gelecekte çatışmaların kültürler arası olacağı" tezinden hoşlanmasak da bazı siyasi akımların bu teoriyi güçlendirdiği görülüyor. Slovakya Başbakanı Robert Fico’nun Müslüman göçmenlerin ülkesine girişine izin vermeyeceğini ve çok kültürlülüğün bir kurgu olduğunu açıklaması bunun en son örneklerinden biri. Buna ek olarak Slovakya, Çek Cumhuriyeti ve Güney Kıbrıs gibi ülkelerin, Hıristiyan göçmenlere öncelik verilmesi halinde onların başvurularının kabul edileceğini açıklaması da bu teoriyi güçlendiriyor. Öte yandan, 2016’ya girerken Almanya’nın Köln şehrindeki yılbaşı kutlamaları sırasında çoğunluğu Ortadoğulu bazı kişilerin kadınlara karşı yaptıkları sarkıntılık ve çirkin davranışlar, Avrupalı sağcı politikacıların ekmeğine de yağ sürdü. Nitekim birçok politikacı, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’dan gelen insanların kadınların kamusal alandaki görünürlüğüne alışık olmadıklarından ve bunun kültürel çatışma oluşturacağından söz etmekte. Lakin artan bu olumsuz trende rağmen, çok kültürlülüğü ve demokratik bir dünyada beraber yaşanabileceği fikrini savunanlar Avrupa’da hâlâ yaygın.

Kabul etmeliyiz ki Avrupa medeniyeti son yüz yılda dünyanın ekonomik, siyasal ve modern yapısına öncülük etti. İnsan onurunu ve saygınlığını korumak, düşünce özgürlüğü ve farklı kültürlerin bir arada yaşaması için yoğun çaba sarf etti. Şimdi ise bütün varoluşuyla desteklediği bu insani değerleri, göçmenlere göstereceği liberal politikalar ile ispatlamalı. Avrupa, eskiye dönüp içine kapanmak ile son iki yüz yıldır savunduğu bu evrensel değerler arasında bir seçim yapmak zorunda.

Dr. Nevzet Çelik, lisans eğitimini uluslararası ilişkiler alanında Türkiye'de tamamladı. ABD'deki yüksek lisans eğitimini takiben Paris’te bulunan EPHE/Sorbonne Üniversitesi'nde doktora eğitimini bitirdi. Başlıca çalışma alanları arasında sekülerizm, İslam dünyasında modernleşme, kapitalizm ve sosyal mobilizasyonlar, dini hareketler, Avrupa’daki Türkiyeli göçmenler ve Güneydoğu Asya’daki Müslüman toplumlar yer alıyor.

Bu makalede yer alan görüşler yazara aittir ve Al Jazeera'nin editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Avustralyalı sanatçıdan Aylan için şarkı
AB'ye mülteci eleştirisi
Primary Topic: 
Göç
Konular Avrupa, İnsan hakları, Göç, Suriyeli sığınmacılar
Amerika Birleşik Devletleri
39° 1' 39.7884" N, 35° 17' 17.1096" E

Viewing all articles
Browse latest Browse all 406

Trending Articles


Mide ağrısı için


Alessandra Torre - Karanlık Yalanlar


Şekilli süslü hazır floodlar


Flatcast Güneş ve Ay Flood Şekilleri


Gone Are the Days (2018) (ENG) (1080p)


Yildiz yükseltme


yc82


!!!!!!!!!! Amın !!!!!!!!!


Celp At Nalı (Sahih Tılsım)


SCCM 2012 Client Installation issue