İdlib, 4 Nisan’da kimyasal saldırı sonucu aralarında çocukların da bulunduğu yaklaşık 100 kişinin ölümüyle dünya gündemine oturdu. ABD de bu saldırıyı gerekçe göstererek Suriye’deki Şayrat Hava Üssü’ne füze saldırısı düzenledi. Bu acı gelişmeden bir süre önce de İdlib, Halep'in rejim güçlerinin kontrolüne geçmesinin ardından dikkatleri üzerine çekmeye başlamıştı. Zira Rusya ve rejimin İdlib’e günün birinde mutlaka müdahale etmesi bekleniyordu, hâlâ da bekleniyor. Ancak Suriye'de Fırat Kalkanı Operasyonu, Halep ve Rakka derken bir süredir unutulmuştu. Fakat son gelişmeler İdlib'in çok yakında yeniden tartışmaların merkezine oturacağını gösteriyor.
Suriye’nin kuzeybatısında ve Akdeniz’e açılan kapı Lazkiye’ye de çok yakın olan İdlib, önemli bölgelerin kesişme noktasında. İdlib ve civarında rejim karşıtı muhalif grupların hakim olduğu bölge aynı zamanda Halep’in batı ve güney kırsalını, Lazkiye'nin doğu kırsalını ve Hama'nın kuzey kırsalını da içeriyor. Ülkenin farklı bölgelerinden aldığı yoğun ve zorunlu göç nedeniyle BM İnsani İşler Ofisi'ne göre, nüfus iki milyona yaklaştı. Dolayısıyla Suriye'nin geri kalanından coğrafi, demografik ve siyasi olarak yalıtılmış bir bölge değil. Tersine, olan biteni hem etkileyen hem de ciddi ölçüde etkilenen bir alan.
İdlib kim için ne anlam ifade ediyor?
İdlib hem rejim ve Rusya hem muhalifler hem de ABD için oldukça önemli.
Muhalifler açısından bakıldığında, ülkede rejim karşıtı güçlerin elinde bulunan dört büyük bölgeden en önemlisi. Nüfus yoğunluğu, silahlı grupların çokluğu ve etkinliği, göreli savunulabilir sınırları, dış dünyaya açıklığı, ekonomik yaşamın sürdürülebilirliği, Lazkiye-Halep-Hama gibi önemli şehir merkezlerine giden yollara ulaşabilirliği, Akdeniz'e çıkış olasılığı ve rejimin kalbi durumundaki Lazkiye'ye coğrafi yakınlığı gibi nedenlerle muhalifler açısından Suriye'deki en önemli kale durumunda.
Rusya ve Şam Yönetimi açısından bakıldığında ise, İdlib çatışmaların sona erdirilebilmesi için nihai zaferin kazanılabileceği nokta olarak görülüyor.
Rejimin gerçekten stratejik tehdit olarak algıladığı ve muhaliflerin tutarlı, sürekli ve güçlü bir biçimde yer aldığı bölge, İdlib. Rejime karşı meydan okumanın tek kalesi olmasa da şu an için en güçlü kalesi. Bu nedenle, Esad Yönetimi'nin devamı için İdlib'i kontrol altına alması şart.
ABD açısından bakıldığında ise İdlib taktik bir öneme sahip. ABD, İdlib'e baktığında iki şey görüyor: İlki ve en önemlisi, bölge, El Kaide'nin Batı’ya en yakın noktası. Analizin doğruluğu yanlışlığı bir yana, ABD, İdlib'de El Kaide varlığını gelip geçici bir durum olarak değil, uzun vadeli olarak mücadele edilmesi gereken bir örgütlenme ve Batı’ya sıçrama taşı olarak algılıyor. Bu nedenle Afganistan-Pakistan sınırı ya da Yemen'de El Kaide'nin güçlü olduğu bölgelere yaptığı gibi yoğunlaştırılmış ama hedefleri sınırlı hava saldırıları düzenliyor. Bu saldırılarda son bir yılda bazı üst düzey El Kaide liderlerini (Ebu Hayr el Masri, Ebu Farej Al Masri, Ebu Kuteybe Et Turki) öldürdü. Son dönemde de bu saldırıları arttı.
Bununla birlikte İdlib’de ABD’nin çeşitli biçimlerde desteklediği bazı muhalif gruplar da var. Bu gruplar askeri güçlerini ABD’nin kurduğu operasyon odalarında birleştirip belli alanlarda çatışmalarda epey aktif rol üstleniyor. Bunun geçmişte örnekleri görüldü, yakın zamanda yeni örneklerinin görülmesi olasılığı yüksek. Aynı zamanda İdlib, ABD için Rusya ve Şam'ı oyalayan ve kendi etki sahasından uzaklaştıran taktik bir koz.
İdlib'deki muhalif gruplar, dengeler ve çatışmalar
İdlib merkezli coğrafyada tek bir muhalif grubun üstünlüğü yok. Bu alanda radikal cihatçı grupları, diğer Selefi yapılanmaları, Müslüman Kardeşler kökenli grupları, yabancı savaşçıları, Özgür Suriye Ordusu'na (ÖSO) bağlı grupları görmek mümkün. Ancak bu grupların aralarında ciddi sorunlar var. Örneğin, Lazkiye'ye yakın kırsal alanlarda ÖSO daha güçlü, buna karşın İdlib'in güney kırsalında El Kaide'nin belkemiğini oluşturduğu eski adıyla Nusra yani Şam’ı Özgürleştirme Heyeti'nin (ŞÖH) ciddi bir hakimiyeti var. Türkiye sınırına yakın bölgelerde ise Ahrarüş Şam daha güçlü. Bölge kendi içinde sınırları hemen hemen belli olan güç alanlarına bölünmüş durumda. Özellikle eski Nusra yani Şam’ı Özgürleştirme Heyeti ile Ahrarüş Şam arasında açık bir liderlik mücadelesi var. Ancak kendi aralarındaki çatışmalar, rejimle mücadelebu ara ön plana çıktığı için şimdilik rafa kalktı.
İdlib'de de irili ufaklı başka bir çok grup var. Şu anda insan gücü ve silahlı adam sayısı anlamında Ahrar güçlü ancak örgütlenme, motivasyon, tecrübe ve etkinlik açısından ŞÖH'ün üstünlüğü şüphe götürmez. ÖSO, diğerleri karşısında zayıf ancak yabana atılamaz. Çünkü, bölgeye Körfez'den ve Batı’dan gelen para ve silah yardımının ilk adresi, ÖSO. Bu nedenle şartların değişirse yeniden güçlenebilir. Fakat şu aşamada İdlib içi güç dengesinde ibre ŞÖH'den yana.
Ortak operasyon odaları ise büyük çaplı operasyonların gerçekleşmesi halinde ya yeniden kuruluyor ya da eskileri canlandırılıyor. Ancak, eşgüdümün zayıf olduğu belli. İdlib'in ele geçirilmesindeki koordinasyon neredeyse bir daha tekrarlanamadı.
Bölgenin ekonomik yapısı ise daha çetrefil. Dar bir alanda büyük nüfus yoğunluğu, ekonomik yaşamı zorlaştırıyor. Üstelik, bölgeye giden ayni ve nakdi yardım geçmişle kıyaslanamayacak ölçüde azaldı. Üstelik, IŞİD'in geçmişte sahip olduğu petrol satışı gibi bir kaynağı da yok. Bu nedenle, sınır kapılarının kontrolü en önemli gelir kaynağı. Çeşitli nedenlerle sınır kapılarının kapandığı dönemlerde fiyatlar daha da yükseliyor. Temel hizmetlerin sağlanması için bir sivil idare kurulduğu halde sürekli bombardıman nedeniyle hizmetler aksıyor. Hastanelerin vurulması sağlık hizmetlerini zorlaştırıyor. Olası bir büyük operasyon halinde sağlık hizmetlerinin verilemeyeceği çok açık.
Olası savaş
Halep'in kontrol altına alınmasından sonra bir sonraki hedefin İdlib olacağı tahmin ediliyordu. Peki neden gecikti?
Öncelikle İdlib'in kuşatılması zor bir süreç. Bölgede motivasyonu yüksek binlerce silahlı var. Halep merkezi kuşatırken 40 bin kişi kullanan Suriye ordusu gücünü bir alana topladığında diğer bölgelerde açık veriyor. Üstelik İdlib'in kuşatılması için Afrin'de YPG'nin ve kuzeyde de Türkiye'nin tam desteğine ihtiyaç var. Bunlar sağlanmadan İdlib kuşatılamaz.
İkinci olarak Halep'in rejimin eline geçmesinden sonra askeri anlamda rejimin yeniden toparlanması gerekiyordu. Bu süreç zaman aldı. Rejim Rusya'nın da yardımıyla Halep'in doğusuna birden ilerledi ve devam ediyor. Odak noktası dağıldı. Baskı oluşturabilecek bir ağırlık merkezi kuramıyor.
Üçüncü olarak da IŞİD'in Palmira ve Dayr ez Zor, muhaliflerin Duma ve Hama operasyonları açıkça Rusya'nın tüm hava üstünlüğüne rağmen aynı anda ülkenin tamamında Suriye ordusu ve milis güçlerine koruma sağlayamadığını ortaya koydu. Rejim askeri açıdan zayıf, insan kaynağı sağlayan İran destekli milislerle eşgüdüm düşük; bu nedenle bir bölgeye ağırlık verince diğer bölge kontrolden çıkıyor. Bu süreçte İdlib'e yönelmeden önce diğer yerlerde ağır hasara uğradı hatta bazı bölgeleri kaybetti. Sonra geri almaya çalıştı. Bu nedenle gecikiyor.
Son olarak Astana Süreci bir araç olarak kullanılmaya başlandı. Astana ile birlikte muhalifler kendi aralarında bir kez daha bölündüler. Rusya İdlib'i muhalifler arasında bir bölünmüşlük olduktan sonra ele geçirmek istiyordu. Bu yaklaşım tamamen başarısız olmadı. Ahrar ile ŞÖH'ün arasının açılması ve güç mücadelesinin başlamasında Astana'nın etkisi küçümsenemez. ŞÖH, Astana'yı kesin bir dille reddetti. Ahrar, Astana'ya doğrudan katılmadı ama sonradan Ahrar'a katılan grupların çoğu Astana'ya dahil oldu. Rusya, önce diplomatik ve siyasi süreci yeniden başlatarak rejimin uluslararası alanda meşruiyetini kalıcı hale getirmeyi tercih etti. Bunu sağlamlaştırdıktan sonra tekrar ağır güç uygulamaya geri döneceği sinyallerini veriyor.
İdlib Operasyonu başlar mı?
Kaçınılmaz olarak başlayacak. Ancak zaman vermek güç zira sözü edilen zorluklardan çoğu henüz aşılamadı. Bu nedenle, şehrin doğrudan kuşatılmasından önce bölgenin insansızlaştırılması süreci başladı. Meskun mahallere yönelik ağır bir bombardıman gerçekleştiriliyor. Böylece, halkın yerleşim yerlerini terk ederek belli bölgelerde toplanması hedefleniyor olabilir. Rusya'nın ve Şam'ın geçmişte de bu yöntemlere başvurduğu düşünülecek olursa yaşanan acı tablonun tekrarlanması beklenebilir.
Buna ek olarak, ABD ile Rusya arasında hassas bir denge var. ABD'nin kimyasal saldırı sonrası düzenlediği füze saldırısı, muhtemelen Rusya'nın süreci hızlandırmasına neden olacak. Süreç uzadıkça bölgesel ve uluslararası dengelerin değişmesi ve muhaliflere yeni yardımların gelmesi mümkün. Rusya ağır bir askeri baskı kurabilmek için bölgeye yönelik hava saldırılarına yoğunlaşabilir.
İdlib'de ÖSO'nun başını çektiği grupların Lazkiye'ye doğru yaptığı hamle, ABD'nin Rusya'nın İdlib'deki işini zorlaştırmaya çalıştığını gösteriyor. ABD'nin de İdlib'den tehdit algıladığı doğru ama bu sorun onun için şimdilik stratejik seviyede değil. Hatta, Rusya'nın işini zorlaştırırken yeniden bölgede kendisine yakın grupların etkinlik sağlamasına yardımcı olabilir. Buna karşılık, Rusya'nın da Suriye ordusunu Rakka'nın civarına iyice yaklaştırması benzer bir oyunu Moskova'nın da planladığını gösteriyor. Muhtemelen kısa süre içinde İdlib'i aynı Halep'te olduğu gibi aylarca sürebilecek bir operasyon öncesi hazırlık safhasını içeren yoğun hava saldırıları bekliyor ki, asıl büyük can kayıpları da zaten bu evrede ortaya çıkıyor.
Türkiye'ye etkileri
İdlib'de gündelik yaşamdan stratejik konulara kadar her şey Türkiye'yi de etkiliyor. Kısa vadede bu bölgede olanlar Türkiye'yi iki şekilde etkileyecek: Rusya'nın baskısının artması ve olası büyük göç dalgası. Kuşatma için Türkiye'ye ihtiyaç duyan Rusya'nın bu konudaki baskısını artıracağından hiç şüphe yok hatta başlamış da olabilir. Göç dalgası şimdilik engelleniyor. Ancak bombardımanın ağırlaşması, benzer kimyasal saldırıların yaşanması ve yaşamın sürdürülemez hale gelmesi, Türkiye'yi yeni göç dalgasına maruz bırakabilir.
Fakat uzun vadede başka bir sorun daha var: İdlib'de radikal cihatçı grupların güçlü olduğu bilinen bir gerçek. İdlib'e bir operasyon gerçekleşir ve bölge tekrar rejimin eline geçerse, o zaman bu gruplar nereye gidecek? Yeni adreslerinin coğrafi olarak en yakın bölge olması kaçınılmaz. Peki bu, Türkiye açısından nasıl bir güvenlik sorunu oluşturacak? ABD'nin bir alanda toplanan cihatçı gruplara “nokta operasyonları” üzerinden yaklaşımı ile Rusya'nın toptan yokedici yaklaşımı biraraya geldiğinde bunun Türkiye'ye büyük bir güvenlik sorunu olarak dönmesi sürpriz olmamalı.
Doç. Dr. Serhat Erkmen, Ahi Evran Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi ve 21.YY Türkiye Enstitüsü Ortadoğu ve Afrika Masası Başkanı. Ümit Özdağ ve Sedat Laçiner ile birlikte 'Irak Krizi (2002-2003)' kitabını derleyen Erkmen, 21. Yüzyılda Sosyal Bilimler Dergisi'nin editörlüğünü yürütüyor.
Twitter'dan takip edin: @serhaterkmen
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Al Jazeera'nin editöryel politikasını yansıtmayabilir.