Ortadoğu’da son dönemlerde meydana gelen gelişmeler baş döndürücü bir nitelik taşıyor. Bölgedeki ittifak ve düşmanlıkların aylık, haftalık ve hatta günlük değişimleri karşısında strateji ve politikaların da sürekli olarak güncellenmesi gerekiyor.
Başlangıçta Şam yönetimi-Rusya-İran paktı karşısında Suriyeli muhalifler-ABD-Türkiye-Suudi Arabistan ile bu devletlerin vekilleri çeşitli örgütler arasındaki bloklaşma, güneyden DAIŞ, kuzeyden PYD/YPG vasıtasıyla Irak-Suriye sınırının da ortadan kalkması nedeniyle daha da karmaşık bir hal aldı. Böylece Irak ve Suriye sorunları adeta matematikteki kesişen kümeler haline dönüştü. Bütün bu gelişmelere bağlı olarak, komşusu iki devletteki idari-siyasi düzenin fiilen berhava olmasından kaynaklanan problemlerden doğrudan etkilenen Türkiye de dış politikasında zorunlu değişiklikler yapıyor.
Türkiye’nin el-Bâb’a kadar bölgeyi DAIŞ’tan temizleme başarısını göstererek hedefine Menbiç’i alması üzerine, ABD’nin söz vermesine rağmen PYD/YPG kontrolündeki güçlerin Menbiç’ten çekilmemesi; bununla uyumlu bir biçimde ABD’nin Suriye’deki rakibi Rusya’nın kontrolündeki Şam rejim ordusunun Menbiç’in batısında Türkiye ve ÖSO güçlerine karşı bir tampon oluşturması, Suriye’de kartların yeniden karılmasına sebep olmuş görünüyor.
Yeni Sykes-Picot Anlaşması mı?
ABD ve Rusya’nın yukarıda zikredilen Suriye üzerindeki mikro mutabakatlarına daha geniş bir çerçeveden bakıldığında, iki büyük gücün bölge genelinde I. Dünya Savaşı’nda İngilizler ile Fransızların 1916’da akdettikleri Sykes-Picot gizli anlaşmasına benzer bir anlaşmaya gittikleri izlenimi oluşuyor. Bu anlaşmaya göre, Suriye genelinde Fırat’ın doğusunun ABD nüfuz bölgesi, batısının ise Rusya nüfuz bölgesine terk edildiği anlaşılıyor. Nitekim Türkiye’ye karşı Menbiç’te ortak hamle yapan iki büyük güç de Fırat’ın doğusu ve batısını paylaşmış olarak kendilerine ait üsler inşa ediyor.
İdlib’deki son kimyasal saldırının da bununla ilgisi olabilir. Zira Fırat’ın batısında, yani Rus nüfuz bölgesindeki en büyük muhalif cebi İdlib oluşturuyor. Bu bölgede başkent Şam ile Humus ve Deraa bölgesindeki ele geçirilmesi nispeten daha kolay olan muhalif cepleri bir tarafa bırakırsak, Türkiye ile de doğrudan kara bağlantısı olan, Sünni muhaliflerin elindeki İdlib. Suriye rejimi Rusya ile harekata başlamadan evvel kimyasal silah kullanarak halk arasında bir tedhiş yaratıp psikolojik üstünlük sağlamayı istemiş olabilir.
ABD-Rusya anlaşmasında her iki taraf için de kilit rolü PYD-YPG oluşturuyor. ABD Rakka’ya düzenleyeceği harekatı PYD/YPG güçleri ile yapacak izlenimi veriyor. Rusya da İdlib’e komşu olan Afrin’i PYD/YPG ile tahkim ederek, yapılacak bir harekatta İdlib’deki muhalifleri ölene dek savaşmak veya Türkiye’ye kaçmak şeklinde iki tercihe sürüklemiş olacak. Şayet siyasi bir çözüm olmazsa, önümüzdeki aylarda maalesef İdlib’de de Halep’te yaşananların bir benzerinin yaşanması olası.
Aynı durum Rakka için de söz konusu. 250 bin sivilin yaşadığı Rakka’da Arap sivillerin kaçabileceği tek alan kuzeydeki Kürt bölgesi. Şayet ABD ile Rusya arasında bir anlaşma yapılmışsa, en önemli soru, Rakka’nın ele geçirilmesinden sonra buradaki kontrolün kime bırakılacağı. Zira bu durum bölgedeki haritaları değiştirebilir. Şayet burası PYD/YPG kontrolüne bırakılırsa, Kürtler Suriye’de beklediklerinden fazlasını alacaklar. Salih Müslim bu konuda daha önce bir açıklama dahi yapmıştı. Suriye’de Sünni Arapların yaşam alanları ise daha da daralacak.
Musul’da da durum Rakka’dakine benziyor. Musul’un ele geçirilmesinden sonra şehri kimin kontrol edeceği Irak’ın geleceğinin şekillenmesinde önemli rol oynayacak. Musul’un merkezi yönetime bırakılması durumunda Sünni Arapların Irak merkezi yönetimi altında da durumlarının çok rahat olduğu söylenemez. Şayet Musul’un kuzeyinde zaten tartışmalı olan, perşmergenin kontrolündeki – Sincar ilçesi, Telafer’in Rabia ve Zummar kasabaları, Başika kasabası, Tilkeyf gibi – bölgeler ABD’nin müttefiki Kürtlere bırakılırsa, bölgede Sünni Arap nüfus ve Türkmenler iyice sıkışacak gibi görünüyor.
Türkiye ne yapabilir?
Peki bu durumda Fırat Kalkanı Operasyonu'nun ilk etabını bitirdiğini açıklayan Türkiye ne yapabilir? Şimdilik Türkiye’nin ABD-Rusya koruması altındaki Menbiç’e bir harekat yapması pek olası değil. Suriye’de ikinci bir harekat noktası olan Afrin de Rusya’nın koruması altına girmiş görünüyor. Fırat Kalkanı Harekatı'yla Suriye’de Afrin ile diğer iki kantonun birleşmesini engelleyen Türkiye’nin Suriye’de şimdilik kaydıyla yapabilecekleri oldukça sınırlanmış durumda.
Alternatif olarak, Irak üzerinden bir askeri harekat hâlâ mümkün. Zira PKK’nın Musul ile Suriye sınırı arasındaki Sincar/Şengal hakimiyetinden hem Türkiye hem de Barzani yönetimi rahatsız. Türkiye’nin, bir terör örgütü olduğu herkes tarafından kabul edilen bu yapıya bir harekat yaparak YPG/PYD’nin Cezire’deki kantonlarıyla Irak Kürt bölgesinin arasına girme olasılığı hâlâ mevcut. Bu noktada Rojova peşmergeleri de önemli bir unsur.
Bunun için hem Türkiye’deki 16 Nisan Referandumu’nu, hem de Şam rejiminin Hân Şeyhûn’da yapmış olduğu kimyasal katliama sert tepki göstererek eş-Şu’ayrât Üssü'ne füze saldırısı düzenleyen Trump’un Suriye’de, özellikle de Rakka’da nasıl bir yol izlediğini görmemiz gerekecek. Zira bu saldırı ABD ile dünya kamuoyunu rahatlatmak ve Esed rejimini kimyasal silah kullanmaktan caydırmak amacıyla yapılmış tek seferlik bir eylemse, bir müddet Rusya ve İran’ın tepkisine yol açar, o kadar. Musul’da çarpışan, Rakka ve DAIŞ’a yoğunlaşmak isteyen ABD’nin bölgede bir de Rusya’yı karşısına almak istemeyeceği düşünülebilir. Bu konuda bir şey söyleyebilmek için biraz bekleyip, Trump yönetiminin Esed rejimi konusundaki kararını görmek gerekiyor.
Şayet Trump, Obama döneminde Rusya ile akdedildiği düşünülen Sykes-Picot benzeri gizli ya da zımni mutabakata riayet eder ve Esed rejiminden kurtulmak hususunda ısrarlı olmazsa, ki kimyasal saldırıya kadar işaretler bu yöndeydi, Suriye’de Rakka harekatı dışında herhangi bir ABD etkinliği olmaz. Ancak Rusya, ilk işaretlerini verdiği üzere, ABD Rakka’da meşgulken, muhaliflerin en önemli üssü konumundaki İdlib ve Maarratunnu’man’a saldıracaktır. Afrin de PYD/YPG tarafından tahkim edildiğine göre, şu anda iki milyonun üzerinde yoğun bir nüfusa sahip bu bölgeden Türkiye’ye tekrar bir göç akını olabilir, ki Esed rejimi ve Rusya’nın bunu temenni etmedikleri düşünülemez. Rusya’daki son terörist saldırılar da Putin tarafından terör mağduriyetini kullanarak bölgede agresif harketlere girişmesinin meşru zeminini oluşturmak için kullanılabilir.
Son olarak Irak’ın kuzeyinde Kürtlerin bağımsızlıklarını ilanı ile Kerkük’teki bayrak krizi ve ardından alınan referandum kararı, bölgede zaten mevcut olan etnik ve mezhebi gerilimi artırarak Irak’taki durumu içinden çıkılmaz bir hale getirebilir. Bu, Irak’ın tamamen parçalanması anlamına gelir.
Sahada durum sürekli olarak değiştiğinden kesin bir öngörü yapılamamakla birlikte, Nisan ayı sonlarının hem Suriye hem de Irak’ın geleceği ve şekillenecek yeni haritalar açısından önemli olduğu açık. Irak ve Suriye iç savaşlarının en önemli sonuçlarından biri, bölgede yapılan etnik ve mezhebi temizlikler yüzünden demografik yapının bilinçli bir şekilde değiştirilmesidir. Zira demografinin değişmesi bir müddet sonra haritaların da değişeceği manasına gelir.
Prof. Dr. Cengiz Tomar, Marmara Üniversitesi Ortadoğu Araştırmaları Enstitüsü (ODE) ve Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi. 1992'de Marmara Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü'nü bitirdi. Yüksek lisans ve doktorasını aynı okul ve bölümde tamamladı. Ürdün ve Edinburgh Üniversitelerinde İslam ve Ortadoğu Tarihi ile Arapça eğitimi aldı. 2003-2005 yıllarında Şam Üniversitesi'nde öğretim üyesi olarak çalıştı. 2011-2014 yıllarında Marmara Üniversitesi ODE Müdür Yardımcısı ve Siyasi Tarih ve Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı Başkanı olarak görev yapan Tomar'ın, Arap coğrafyasının tarihi ve kültürüne dair akademik makaleleri bulunuyor.
Twitter'dan takip edin: @cengiztomar
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Al Jazeera’nin editöryel politikasını yansıtmayabilir.