Birleşmiş Milletler'e bağlı kısaca ESCWA olarak bilinen Batı Asya Ekonomik ve Sosyal Komisyonu’nun raporu 15 Mart 2017’de yayınlandı. Bilimsel verilere dayanan raporda, İsrail İşgal Devleti’nin Güney Afrika’daki gibi “Apartheid (yani ırkçı ayrımcılık) suçu işlediği” kuşkuya yer bırakmayacak şekilde tespit ediliyor.
Siyonist Proje’yle olan mücadelemizde uluslararası raporların herhangi bir önem taşımadığını söylemek doğru değil. Bu tür raporlar, İşgal Devleti’nin uluslararası meşruiyet kazanmasına önayak olan safsatanın ifşa edilmesinin yanı sıra, Filistin meselesinin artık Arapların merkezi sorunu olmadığı yalanının ortaya çıkarılmasında da temel bir işlev görüyor.
Uluslararası meşruiyetin sahteliği
Bilindiği gibi Siyonizm, gücünü sadece silahtan alan bir ideoloji değil. Silah, sistematik bir planlama ürünü olan Siyonizm’in kullandığı ekonomi, kültür, din ve propaganda gibi birçok araçtan sadece biri. Bunun yanı sıra, söz konusu sömürgeci projeye bir miktar meşruiyet kazandıran bir “uluslararası çek”ten de söz edebiliriz. Bu uluslararası çek, önce 1947’deki bölünme kararında, daha sonra da büyük devletlerin Siyonist Devlet’i diğer dünya ülkeleri gibi doğal bir devlet şeklinde tanımalarında kendini gösterdi.
ESCWA’nın son raporu ile şimdiye kadar yayınlanmış olan benzer raporlar, uluslararası meşruiyetle ilgili bu boyutu sarsıyor. Çünkü rapor, Siyonist Devlet’in doğal bir devlet olduğu iddiasını çürüterek, tüm sistematiğiyle “Apartheid”ın yasal temellerini kesin delillerle kanıtlıyor.
Geçtiğimiz günlerde ESCWA İcra Direktörlüğü’nden istifa ederek Arap siyasetçilere direniş ve vatanseverlik dersi veren Dr. Rima Halef’e göre, rapor en az üç safsataya açıklık getiriyor. Birincisi, Filistinlilere yapılan zulmün 1967’de değil, Apartheid devletinin kurulduğu 1948’de başladığı ifade ediliyor. İkincisi, söz konusu devletin uluslararası yasayı ihlal ettiği ve uyguladığı ırkçı rejim yoluyla da insanlığa karşı en büyük suçu işlediği belirtiliyor. Üçüncüsü ise, Filistin sorununun iki devletin kurulmasıyla değil, ırkçı Apartheid rejiminin yıkılmasıyla çözülebileceğine değiniliyor.
Rapor, Apartheid rejiminin yürütülmesi için izlenen stratejiyi de ortaya çıkarıyor. Söz konusu strateji, Filistinlileri dört gruba ayırıyor: İsrail vatandaşı olan Filistinliler, Doğu Kudüs’teki Filistinliler, Batı Şeria ve Gazze’deki Filistinliler ve dışarıda mülteci veya sürgün durumundaki (diasporadaki) Filistinliler.
Aslında Birleşmiş Milletler, 1975 yılında kabul edilen ve Siyonizmi “ırkçılığın ve ırkçı ayrımcılığın” bir türü sayan 3379 sayılı Genel Kurul Kararı’nı 15 yıldan uzun bir süre boyunca benimsemeye devam etmişti. Ta ki Aralık 1991’de ABD ve İsrail’in baskılarıyla bu karar iptal edilene kadar…
Öte yandan, bugüne dek birçok uluslararası komisyon, örgüt, uzman ve düşünür, İşgal Devleti’nin uygulamalarının ırkçı Apartheid politikası düzeyine yükselmesinden dolayı bu devlete ambargo uygulanarak ırkçı rejimin bertaraf edilmesi çağrısında bulundu.
Siyonist Apartheid’ının kaynakları
Raporun ABD ve Siyonist Devlet’in baskılarıyla ESCWA’nın web sitesinden kaldırılarak Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin görüşlerini yansıtmadığının ilan edilmesi, Siyonizm ile ırkçılığı eşdeğer gören 3379 sayılı kararın iptal edilmesini hatırlatıyor.
Ancak 3379 sayılı kararın iptali, kararın dayandığı kaynakları geçersiz kılmıyor. BM Genel Kurulu’nun “her türlü ayrımcılıkla mücadele” hakkındaki 1963 tarihli 1904 sayılı karar, BM Genel Kurulu’nun “Güney Afrika’daki ırkçılık ile Siyonizm arasında mevcut suç ittifakının kınanmasına” dair 1973 tarihli 3151 sayılı karar, uluslararası barış ve işbirliğinin yeni sömürgecilik, Siyonizm ve Apartheid gibi unsurların ortadan kaldırılmasını gerektirdiğini ilan eden Meksika Deklarasyonu (1975) bahse konu kaynaklardan.
Aynı şekilde, ESCWA raporunun kurumun web sitesinden kaldırılması, BM Sözleşmesi, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi (1948), Her Türlü Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Uluslararası Sözleşme (1965), Uluslararası Ceza Mahkemesi Roma Tüzüğü (2002), Irk Ayrımcılığı Suçunun Ortadan Kaldırılması ve Bu Suçu İşleyenlerin Cezalandırılmasına dair Uluslararası Sözleşme (2004) gibi raporun dayandığı kaynakların da geçerliliğini etkilemiyor. Raporda ayrıca bizzat İsrail rejimi tarafından kararlaştırılan toprak mülkiyeti yasaları, Dönüş Yasası ve Araplara karşı uygulanan dine dayalı ayrımcılık politikaları (ki raporda bu politikalar demografik mühendislik olarak adlandırılıyor) da kanıt gösteriliyor.
Dahası, ESCWA raporunun hukuki metodolojisi itibarıyla değinmediği, ancak İsrail Apartheid’ını besleyen başka kaynaklar da var. Öğretim programları, hahamların fetvaları, Siyonist propaganda içerikleri, gerçeğe aykırı (sahte) tarih ve coğrafya araştırma sonuçları ve Yahudileştirme politikaları bunların başlıcaları. Bunların yanı sıra Filistin toplumunun her kesimine yönelik öldürme ve işkence uygulamaları da var.
Öte yandan, İsrail’de Apartheid rejiminin kurulmasını tercih eden bir kamuoyu mevcut. Haaretz gazetesinin Ekim 2012'de yayınladığı bir kamuoyu yoklamasına göre, görüşlerine başvurulan İsraillilerin çoğunluğu, bölgede iki devletin kurulması ve Batı Şeria ile Doğu Kudüs’ün ilhak edilmesi başarısız olduğu takdirde İsrail’de Güney Afrika’dakine benzer bir Apartheid rejiminin kurulmasını destekliyor. Katılımcıların yüzde 74’ü Batı Şeria’nın gelecekte ilhak edilmesi durumunda Filistinlilerle yerleşimcileri birbirinden ayıracak özel metotlar oluşturmanın gerekli olduğunu ifade ederken, yüzde 41’i Filistinlilerin İsrail toprakları dışına göç ettirilmesini, yüzde 69’u da “tek devlet” projesinde Filistinlilerin seçme ve seçilme hakkından yoksun bırakılmalarını istiyor.
Gerek Batılılar gerekse Araplar tarafından yapılmış, 1948 yılından bu yana İsrail’in ayrımcılık politikalarını ortaya çıkaran yüzlerce araştırmanın yanı sıra, İsrail, Batı ve BM düzeyinde siyasetçilerin de bu konuda birçok açıklaması var.
İsrail parlamentosu Knesset’te İşçi Partisi milletvekili Omer Barlev, ESCWA raporunun yayınlanmasından iki gün önce, Batı Şeria’daki mevcut durumun günbegün Apartheid’a yaklaştığını açıklamıştı. Mayıs 2014’te ise eski ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, iki devletli bir barış antlaşmasına varılmaması durumunda “İsrail”in geleceğinin alabileceği hali tanımlamak için 'Apartheid' kelimesini kullanmıştı. Ocak 2015’te Avigdor Lieberman (şimdiki Savunma Bakanı), işgal altındaki toprakların ilhakını talep eden dindarları kastederek “Ürdün Nehri ile Akdeniz arasında Cumhurbaşkanı’nın [Reuven Rivlin] bahsettiği şekliyle iki uluslu bir devletten mi yoksa bir Apartheid devletinden mi bahsediyorlar, buna karar vermeleri lazım,” demişti.
Filistin sorununun merkeziliği
İsrail’in Apartheid devletinin uygulamalarına karşı yapılan uluslararası kınamanın başka misyonları da var. Son yıllarda Batılı ve İsrailli bazı siyasiler ve araştırmacılar, Filistin sorunu ile Suriye, Irak, Yemen, Libya ve Mısır’daki Arap çekişmelerinin kurbanlarını karşılaştırmaya başladılar. Bununla Arapların Filistin’den daha önemli ve daha acı meselelerinin olduğu, Filistin sorunun artık Arapların merkezi sorunu olmaktan çıktığı noktasına varmak istiyorlar.
Bu, Arapların büyük kısmının ve dünyadaki vicdanlı insanların çoğunun kabul edemeyeceği bir yalan. Zira mevcut Arap çekişmeleri, ABD ve Batı kaynaklı işgalin ya da darbelerin, karşı devrimlerin ürünü. Benzer çekişmeler gibi bu da er geç sona erecek. Filistin meselesi ise merkeziliğini koruyor. Bölgede ve dünyada güvenlik ve barış tesis edilmek isteniyorsa, bu sorunun çözülmesi şart.
Filistin sorunun merkeziliği ve haklı bir dava oluşu, İşgal Devleti’nin doğasından, dışarıda başkasının toprağını işgal ederek genişleme, içeride ise ırkçılık ve sindirmeye dayanan sömürge projesinden kaynaklanıyor. Bu devletin, uluslararası yasa, teamül ve anlaşmaların yanı sıra ABD’nin silah ihracı ve dış yardımı düzenleyen yasalarını ihlal ediyor olması ve de İşgal Devleti’nin yasa ve uygulamalarını kınayan onlarca BM kararı bulunması da Filistin meselesini merkezi ve haklı kılan etkenlerden.
Arap dünyasında yapılan güvenilir saha araştırmaları, Arapların çoğunluğunun Filistin sorununun merkeziliğine inandıklarını gösteriyor. Geçtiğimiz günlerde Doha merkezli Arap Araştırma ve Politika Çalışmaları Merkezi tarafından yayınlanan Arap Kamuoyu Endeksi raporuna göre, görüşlerine başvurulanların yüzde 86’sı, mensup oldukları devletin “İsrail”i tanımasını, söz konusu devletin sömürgeci, ırkçı ve genişlemeci niteliği ve Filistin topraklarını işgal etmeye devam etmesi nedeniyle reddediyor. Buna karşılık, katılımcıların sadece yüzde 9’u “İsrail”in tanınmasını kabul ediyor. Katılımcıların yüzde 41’i İsrail’i, yüzde 27’si de ABD’yi Arap yurdunun güvenliğini en fazla tehdit eden faktör olarak görüyor.
Arap hükümetlerinin baskıcı rejimlerini temize çıkarmak için Filistin sorununu kullanmalarının bu sorunu merkezilikten uzaklaştırdığı savı doğru değil. Aksine, sorunun bu şekilde kullanılması, onun merkeziliğini pekiştiriyor, Filistin’in kurtuluşuyla Apartheid ve baskı rejimlerinden kurtuluşun arasında sıkı bir bağ olduğunu vurguluyor.
Ne yapmalı?
Siyonist Proje, çok boyutlu bir proje. Dolayısıyla buna karşı verilecek mücadele de çok boyutlu olmalı. Adil bir anlayışla hazırlanan uluslararası raporlar ve boykot kampanyaları aracılığıyla Apartheid İsrail Devleti’nin uygulamalarını ifşa etmek, yalanlarını ortaya çıkarmak, sahte meşruiyetini göz önüne sermek oldukça önemli.
Bugün bize düşen, ESCWA raporu ile bu raporun sunduğu farklı delil ve kaynaklara dayanarak Apartheid İsrail Devleti’ni hesaba çekecek ve ırk ayrımcılığı suçundan yargılanmasını sağlayacak gerekli tedbirleri almak.
Dr. Rima Halef, rapordan istifade edilebilmesi için BM üyelerinin izlemesi gereken adımları sıraladı. “İsrail”in uluslararası arenada bir Apartheid devleti olarak tanımlanması için bir devletin bu yönde bir kararın oylanması amacıyla BM Genel Kurulu’na başvurması gerekir. Böyle bir kararın alınması, ırk ayrımcılığı suçunu işleyenlerin tamamen yalnızlaştırılması, İşgal Devleti’nin boykot edilmesi ve Apartheid rejiminin ortadan kaldırılması konusunda BM üyesi ülkelere bağlayıcı sorumluluklar yükleyecektir. Şahıslar düzeyinde ise mağdur olan kişi “İsrail”e karşı yabancı mahkemelerde dava açabilir. Bu bağlayıcı sorumluluklardan kaçınanlar zaman aşımına uğramayan ırk ayrımcılığı suçuna ortak olacaklardır.
Son olarak, Batılı ülkelerin hegemonyacı politikalar izlediği ve Arap hükümetlerinin zayıflık ve bölünmüşlük yaşadığı bir ortamda, ESCWA raporunun sunduğu üç hedefi gerçekleştirme fırsatının kaçırılmaması gerekiyor. Bu bağlamda, ilk olarak Siyonizm ile ırkçılık arasında bağ kuran karar yeniden çıkarılmalı. İkincisi, Arap sivil toplum kuruluşları, dünya halklarıyla ilişkilerini güçlendirmeli. Üçüncüsü ise Filistin meselesinin merkezi bir sorun olarak yer aldığı uluslararası bir dayanışma hareketi başlatılmalı, bu hareket çerçevesinde “terörle savaş” kavramı ile işgale, ırk ayrımcılığına, İsrail Apartheid rejimine karşı direniş hakkı/görevi arasında kurulan zoraki bağ ortadan kaldırılmalı, söz konusu rejime destek vererek hegemonyasını dayatan ve çifte standart uygulayan uluslararası düzene baskı yapılmalı.
Dr. Abdulfettah Madi, siyaset bilimci, yazar ve akademisyen. İslamiyette siyasetin yeri, demokratik dönüşüm, siyasi kalkınma, yurttaşlık ve insan hakları eğitimi, medya ve siyaset, İsrail’deki politik hayat ve siyasi araştırma yöntemleri alanlarındaki çalışmalarıyla tanınıyor.
Twitter'dan takip edin: @abdelfattahmady
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Al Jazeera'nin editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Twitteryaset bilimci, yazar ve akademisyen.