16 Nisan halk oylamasının Cumhuriyet tarihinde önemli bir dönüm noktası olacağı anlaşılıyor. Her ne kadar seçmen parlamentodaki dört parti arasında bir tercih yapmayacak olsa da evet ve hayır oylarının ağırlığını parti taraftarlığı ve partilerin aldığı stratejik kararlar belirliyor.
Bu nedenle partilerin yürüttüğü kampanyalar, kampanyaların şekillenmesinde etkili olan faktörler ve kullanılan söylem temel belirleyiciler olarak öne çıkıyor. Bu kısa yazıda da bu konuları ele alacağız.
AK Parti ve evet cephesinin çıkış noktası
Evet cephesinin temel aktörü olan Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) ile başlayalım. AK Parti kampanyasına başladığında önünde açık bir veri vardı: AK Parti ve Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) oylarının toplamı, Haziran 2015 seçimlerinde geçerli oyların %57,2'sini, Kasım'da ise %60,4'ünü oluşturuyordu. Yani yapılması gereken bu iki partinin oylarının referanduma evet olarak transfer edilmesinden ibaretti. Dolayısıyla evetlerin kritik eşiği geçmesi için 2015 seçimlerinin tekrarı olarak kurgulanacak bir kampanyaya ihtiyaç vardı. Ama gelişmeler bu beklentileri doğrulamadı. Bütün araştırmalarda evet oylarının AK Parti ve MHP'nin oy toplamına yaklaşamadığı görülüyor. Bu durum bize evet cephesinin temel stratejisinin ve çıkış noktasının çok da başarılı olmadığını gösteriyor.
Türkiye'deki alışılmış sağ-sol bölünme hattının bu referandumda tam olarak çalışmadığı açık. Bu bölünme hattını hatırlatacak unsurlar (başta milliyetçilik ve toplumsal düzen olmak üzere) kampanya boyunca öne çıkarılsa da arzu edilen sonuç alınamadı.
AK Parti'nin kampanyası üzerinde etkili olan bir diğer unsur ise Kürt oylarıyla ilgili. Birçok gözlemci MHP ile AK Parti'nin oluşturduğu evet cephesinin AK Parti'nin Kürt seçmenlerinde bir rahatsızlık yarattığını gündeme getirdi. Bu konuda sıklıkla hatırlatılan bir örnek de Refah Partisi, Islahatçı Demokrasi Partisi ile MHP'nin (bu dönemde adı MÇP idi) 1991'de gerçekleştirdiği seçim ittifakının Refah'ın Kürt tabanında yarattığı erimeydi. 1991 seçimlerinde Refah Partisi Kayseri, Sivas, Kahramanmaraş gibi şehirlerde oy patlaması yaparken, geleneksel olarak güçlü olduğu doğu ve güneydoğu Anadolu şehirlerinde neredeyse silinmişti. Öyle ki Mardin, Siirt, Şırnak, Hakkari, Batman, Muş, Ağrı, Diyarbakır ve Adıyaman'da Refah Partisi tek bir vekil bile çıkaramamıştı. 1991’in tekrar edip etmeyeceğini bu aşamada öngörmek zor. Ancak milliyetçi bir platformda yürütülen evet kampanyasının AK Parti’yi var eden toplumsal ittifakın tümünü memnun etmediği çok açık. Mevcut siyasal koşullar da AK Parti’ye geniş bir manevra imkanı sunmuyor.
Bu şartlarda AK Parti ve MHP oylarının toplamına erişememe sorununun evet cephesinde bir gerilim yarattığı da ortada. Kampanya sırasında bu gerilim genel olarak Cumhuriyet Halk Partisi'ni (CHP) ve Kemal Kılıçdaroğlu'nu suçlama şeklinde kendini gösterdi. Önerilen anayasa değişikliğinin problemli yönlerini ya da kampanyadaki sorunları görmek yerine, AK Parti, rakibine kızma kolaycılığına kaçtı. Bu durum hemen her seçim yenilgisinden sonra CHP'lilerin kendini gözden geçirmek yerine seçmenin bilgisiz ya da muhafazakâr olduğu önyargısına dayalı açıklamalarını hatırlatıyor. Anlaşılan başarısızlığın sebeplerini kendinde aramak yerine seçmenin kandırılmaya ve istismara müsait doğası üzerinden bir açıklama yapmak, hem iktidar hem muhalefet için daha işlevsel görünüyor.
CHP’nin zor tercihi
Ana muhalefet CHP ise kampanyasına çok büyük bir zorlukla başladı. CHP, bir yandan sert ve suçlayıcı bir kampanya yürütmesi durumunda seçmenin alışıldık AK Parti-CHP kutuplaşması çerçevesinde kalmasından endişe ediyordu. Çünkü bu eksende bir kutuplaşma, sonucu baştan belli bir yarıştı. Buna karşılık sıkı ve sert bir kampanya yapılmaması durumunda da CHP tabanını seferber edemeyebilirdi. 15 yılın öğrettiği ders şu: CHP için kendi beşeri kaynağını seferber etmede en önemli araç, AK Parti'ye karşı olma hissiyatı. Sert bir kampanya yapmadıkça ve bu karşıtlığı işlemedikçe partinin kendi tabanını harekete geçirmesi zor görünüyor. Sonuç olarak, CHP'nin bu ikili zorluğu gördüğü ve tercihini sert bir kampanya yapmamaktan yana kullandığını söyleyebiliriz.
CHP'nin oldukça adaletsiz bir yarış verdiğini de not etmek gerekiyor. Bu adaletsizliğin en açık göründüğü alan ise medyaya erişim. Örneğin 1-20 Mart 2017 arası canlı yayınlarda siyasi partilere ayrılan sürelerin hesaplandığı bir araştırmanın bulguları çarpıcı. Araştırmaya göre, 1-20 Mart arasında Cumhurbaşkanlığı’na 169, AK Parti’ye 301,5 saat ayrılırken Cumhuriyet Halk Partisi’ne 45,5 saat ayrılmış. CHP’liler AK Parti’ye cevap verdikleri ölçüde medyada yer bulabiliyorlar.
Sonuç olarak, CHP'nin partinin tepesinde bir eylem ve fikir birliği yarattığı ve burada yarattığı birikimi iyi kullandığı açık. Ancak CHP'nin en büyük sorununun örgütüyle ilgili olduğu ortada. Dışarıya kapalı ve zayıf bir örgütsel yapısı olduğunu birçok defa yazdım. CHP'nin genel bir sorunu referandum sürecinde de peşini bırakmıyor. CHP kendini iktidara alternatif ve iktidar isteyen bir parti olarak kuramıyor. Protest söylem öne çıkıyor. İktidar için geniş seçmen çoğunluğunu ikna etmeye dayalı bir strateji, iktidarı protesto etmeye dayalı bir eylem çizgisine galebe çalamıyor. Ancak bu noktada referandum kampanyasında CHP'nin tepesinin (parti içi muhalefet olarak bilinen isimler de dahil olmak üzere) geniş seçmen çoğunluğunu ikna etmeye dayalı bir yaklaşım oluşturmaya gayret ettiğini, ama parti tabanının buna ayak uyduramadığını not edelim.
MHP ve kampanya güçlükleri
MHP’de 2016'da yoğunlaşan tartışmalar 15 Temmuz darbe girişiminin ardından bir süreliğine durulmuştu. Ancak referandum parti içi muhalefete tekrar seferber olma imkanı verdi. Muhalifler, hayır parolasıyla hem Bahçeli'yi tekrar yıpratma imkânını hem de dağılmakta olan parti içi muhalefeti toparlama şansını elde ettiler. Özellikle İç Anadolu ve Karadeniz'de hayır kampanyasının yükünü büyük ölçüde MHP içi muhalefetin yüklendiği birçok gözlemci tarafından aktarıldı.
MHP için kampanya zorluğu sadece parti içindeki tartışmalarla sınırlı değil. Genel merkez, evet tercihinin gerekçelerini tabanına anlatmakta büyük zorluk yaşıyor. "Başkanlık diktatörlük getirir" ya da "Başkanlık federasyon getirir" tezleri birkaç yıl öncesine kadar MHP'nin tezleriydi. Sosyal medyada başta Bahçeli olmak üzere MHP'lilerin bu içerikteki eski konuşmaları sıklıkla paylaşılıyor. MHP'nin kampanyasındaki en önemli sorunu, bu büyük politika değişikliğinin gerekçelerini dört başı mamur biçimde açıklayamaması. Ayrıca sürekli bu değişikliği açıklamaya çalışmak da partiyi defansif bir konuma oturtuyor.
Bir diğer sorun ise AK Parti ve MHP arasındaki ilişkilerle ilgili. AK Parti kurulduğundan beri ilk defa iki parti böylesine yakın bir konumda duruyor. Ancak MHP'nin köklü bir siyasal kuruluş olarak iktidar ile arasındaki farkları koruması gerekiyor. MHP ve AK Parti'nin hemen her konuda anlaştığı bir görüntüde iki partiden biri siyasal arena için fazla olacaktır. Bu partinin de daha küçük parti olan MHP olması beklenir. Bunu gören MHP yönetimi kimi önemli konularda AK Parti ile farklarını belirtmekten geri kalmıyor. Özellikle Kuzey Irak'taki Kürt Bölgesi’ne bakış farkını ve bu farklılık üzerinden oluşan tartışmaları hatırlatmak gerekiyor.
HDP ve farklı ilgi alanları
Halkların Demokratik Partisi (HDP) kampanyasının son birkaç güne kadar var olup olmadığı anlaşılmıyordu. Geçtiğimiz günlerde yayınlanan reklam filmleriyle HDP kendini hatırlatmış oldu. Büyükşehirlerde önemli merkezlere kurulan hayır çadırları ve TV'de kısa süreli reklam filmleri dışında HDP için referandum hakkındaki görüşünü seçmenlerine ulaştıracak fazla bir aracı görünmüyor. Kimi gözlemciler bunun bilinçli bir tercih olduğunu, kampanya sürecinde HDP'nin bilerek ve isteyerek görünür bir kampanya yapmadığını belirttiler. Bu iddiayı ispat etmek kolay görünmüyor. Ama milletvekilleri ve belediye başkanlarının önemli bir kısmının tutuklu olduğunu ve ekranlarda HDP'nin yer bulamadığını hatırlatalım. HDP'nin terörle ve şiddetle arasına mesafe koyamamış olması, bu durumla doğrudan ilgili. Bu nedenle parti kendi tabanı dışında bir destek bulamıyor.
HDP'nin kampanyasının çok da görünür olmamasının başka bir nedeni daha var: HDP'liler Türkiye'de referandum sonucu kadar belki de daha fazla Suriye ve Irak'ta Kürtlerin durumunun ne olacağıyla ilgililer. Bu ülkelerde oluşacak siyasal kompozisyonun ve yeni gelişmelerin Türkiye'de de Kürt sorunu üzerinde kalıcı etkiler yaratacağı beklentisine sahipler. HDP'lilerin gözü referandum sonuçlarında, ama kulakları Irak ve Suriye’den gelecek haberlerde. Özellikle ABD ve Rusya’nın Ortadoğu politikasında gerçekleşecek değişiklikler referanduma kıyasla daha bir dikkatle takip ediliyor.
Sonuç olarak, Türkiye seçmen-parti bağının güçlü olduğu bir ülke. Referandum kampanyaları ve partilerin stratejileri siyaset üzerindeki temel belirleyici. Halk oylaması siyasal kültürümüz üzerinde partilere kendi tabanları dışındaki kesimlerle konuşma zorunluluğu yarattığı için olumlu, 15 Temmuz sonrası oluşan uzlaşı iklimini dağıttığı için olumsuz bir etki yarattı. Öyle ya da böyle 16 Nisan yeni bir dönemi başlatacak. 16 Nisan sonrası kimlerin kalıcı siyasal aktörler olacağını ise halk oylamasındaki başarıları belirleyecek.
Doç. Dr. Yunus Emre, İstanbul Kültür Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi. Ayrıca Sosyal Demokrasi Vakfı (SODEV) Üyesi, Toplumcu Düşünce Enstitüsü Kurucu Üyesi ve Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Gençlik Kolları Eski Genel Başkanı.
Twitter'dan takip edin: @yunusemre
Bu makalede yer alan görüşler yazara aittir ve Al Jazeera'nin editöryel politikasını yansıtmayabilir.